Alarko’nun hayreti, bizim gerçeğimizdir!

Biz sadece laf olsun diye demokrat geçinen, demokrasi havarisi olduğunu söylemekten bıkıp, usanmayanların anti demokratik çözüm arayışlarını değil, bunu gerçekten “demokrasi adına” yapanların algılarından çekiyoruz…

Çok çetrefilli bir giriş mi oldu, açayım o zaman…

Bir ülkede “demokrasiyi savunmak” kabul gören bir uygulamaysa herkesin “demokrasiden yana” tavır alması doğaldır.

Bu kişilerin gerçekten demokrasiden yana olup, olmaması bir önem taşımaz, darbeyi bile demokrasiden yana olduğu için isteyenlerle karşılaşabilirsiniz.

Ne acı ki, bütün ülkenin tel örgülerle çevrilmiş, açık cezaevi haline dönmesini bile demokrasi adına isteyenler var.

Kendi iradesi hâkim olmayınca, toplumun tamamının iradesini yok sayacak kadar demokrasi anlayışları gelişmiş insanlarımız var.

Darbeyi meşrulaştırmak için nasıl bir çözücü kullanıyorlar bilmiyorum ama “vesayeti” farklı renge boyayıp, makyaj yapıp, farklı kılıflara koyup, farklı isimlendirmeler yaptıklarında durdukları yeri gizleyeceklerini sananlar var.

Bütün bunlar aslında hayatiyetlerini demokrasi dışı oluşumlardan alan, millet iradesinin hâkim olmadığı, baskı ve zorbalığın hüküm sürdüğü, korku imparatorluğunun görevde olduğu zamanda beslenenlerdir.

Ancak bunu açıkça söylemeleri işlerine gelmiyor.

Bulundukları konum, görev aldıkları siyasi parti, “sivil inisiyatif” olarak durdukları yer, demokrasi dışı bir arayışı yadırgayacak yerdir aynı zamanda..

Bu nedenle “takkiye” de olsa demokrasi isteyen ama demokrasi dışı çabaların içinde olanlardır.

Bir de yaptığını gerçekten “demokrasi sevdası”yla yapanlar var ki, işte bunlar umutsuz vakıalardır…

Sözünü ettiğim ise bu umutsuz vakıaların, darbelere sponsor olmaları ve darbe dönemlerinde servetlerine servet katmalarıdır…

***

Dün Tüsiad’ın 44’üncü Genel Kurul Toplantısında bir dönemin muhasebesi de yapıldı.

Bir özeleştiriydi bu, çuvaldızı kendine batırmanın farklı bir şekliydi ama doğruydu ama bir zorbalığın zemin bulmasının, meşrulaştırılmasının tam adıydı.

Alarko Holding Yönetim Kurulu Başkanı İshak Alaton, 28 Şubat öncesinde “Tüsiad Demokrasi İstemiyor”algısının altında yatanları anlattı ve o günden sonra Tüsiad’a gitmediğini, hep kuşkuyla yaklaştığını ama ümidini de hiç kaybetmediğini söylüyordu.

6 ay boyunca emek verilen raporuna sahiplenmeyen Tüsiad’ın, 28 Şubatçıların ekmeğine yağ sürecek çıkışı, ya “bir sinmenin eseriydi” ya da “bilinçli bir seçim”di…

Oysa işadamları huzurlu bir ülke ister.

Güvenli bir yerde yatırım, çok daha anlamlıdır.

Demokrasinin olduğu yerde, halkın söz sahibi olması, ülkenin kargaşadan uzak bulunması ve toplumun tüm kesimlerinin eşit haklara sahip olması var.

Belki “halkın söz sahibi olması” işadamlarının çok hoşuna gitmeyebilir ama demokrasinin güzelliği, toplumun bütün katmanlarının “potansiyel iktidar” olmalarıdır.

Kendisini anlatan, halkın beğenisini kazanan siyasi partiler, bir sonraki seçimde iktidar şansı yakalayabilir.

Ama demokrasi dışı yöntemlerde kimsenin böyle bir şansı olamaz.

Belki geçici süreliğine iktidarı bazıları ele geçirebilir ama hiçbir zaman halkın gönlünde yer edinemeyeceklerinden nefretlerle bir gün alaşağı edilirler…

Peki gerçekten hep sözü edildiği gibi Tüsiad’ın 28 Şubat’a katkısı var mıydı?

İshak Alaton, yıllardır bu sorunun cevabını aramış olsa da, açık açık vardı, üstü örtülü, gizli kapaklı değildi.

Belki Alaton, bulunduğu çevre nedeniyle bunu yeni yeni çözüyor oysa biz, geçmiş tecrübeleri de harmanlayarak neler yapmak istediklerini ve yaptıklarını görebiliyoruz.

Türkiye’nin darbeler tarihine baktığınızda da “kısa yoldan” zengin olmayı veya var olan zenginliğini arttırmayı düşünenlerin hep “puslu” dönemleri seçmeleri boşuna değil.

Özellikle Koçların ve diğer çoğu “patronların” nasıl bir dönemde zengin olduklarına baktığımızda, işin seyri çok daha iyi anlaşılıyor.

Gezi eylemlerinde başı çekenlerin finansörlerinin “çok kazanan” isimler olması, “bu kazancın nereden geldiğini” göstermesi açısından da dikkate değerdir.

17 Aralık operasyonu ve sonrasında yaşananlar da, “işadamı” olan ama aslında “darbecilerin finansörlüğünü” her daim yapan, ödülünü de her daim fazlasıyla alan bu isimler, Tüsiad gibi oluşumları “yedekte” bekleterek, amacına ulaştıkları bir organ olarak görürler.

İşte bunlar “kılıf” olarak demokrasi kullananlar değildir.

Demokrasinin böyle olduğuna yürekten inananlardır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında henüz “demokrasi” yokken ve tek başına “cumhuriyeti” yeterli görenlerin “zengin” ettiği insanların demokrasi anlayışı, su katılmamış bir Cumhuriyettir ve bu da, diktatörlerin ülkesinde bile vardır…

Belki bazılarımız laf olsun diye demokratlar ama bunlar demokratlığın böyle olduğuna inanan ve bu inandığını yerine getirenlerdir, çok da yadırgamıyorum…

Tweetimden seçmeler

Zalimin yanında, mazlumun karşısında olanın "dini inancını" sorma gereği bile duymam. O kesinlikle “insanlıktan çıkmış” bir mahlûktur.

www.naifkarabatak.net

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi