Ayıp Etmişsiniz, Çelik Cop İyiydi!

Emniyet Genel Müdürlüğü, Çelik Cop alımından vazgeçmiş. Çok ayıp etmiş, çoook. Bizi o güzellikten, o lezzetten, o tattan, o kaloriden mahrum bırakmış.

Oysa çelik copun alımı gündeme geldiğinde öylesine ballandıra ballandıra anlatıyorlardı ki, insanın öğle yemeği yerine yiyesi geliyordu.

Tıpkı biber gazının biberinin organik olduğunu söylenmesi gibiydi.

Gelen tepkiler, çelik coptan vazgeçilmesini sağladı.

Şimdiyse çelik copun zararını aynı müdürlük anlatıyor.

Bakalım copun yan tesirleri nelermiş, kondikasyonunda neler varmış neler?

(Maydanozlu köfteleri de siz ekleyin…)

Emniyet, geçtiğimiz aylarda asayiş olaylarına çözüm olacak alet edevatı bulma derdine düşmüştü.

Hani serde işkence var ya, farklı bir alet düşünme şansları da olmuyordu.

İlla dövecekler.

Ataları öyle öğretmiş, suçları yok ya…

Belki de dişini sökecek, dersini yüzecekler.

Olmadı elektrik verip, sağ sol kroşelerinin tadına baktıracaklar.

Kendilerinin suç işlemesi mümkün olmadığından “suç işlemeye hazır” sivilleri yola getirmenin yolunu bulacaklar.

***

Emniyet Genel Müdürlüğü, geçtiğimiz aylarda asayiş birimlerinde görevli polislerin kullanımına sunmak, yani istifadelerine tahsis etmek üzere teleskopik (çelik) cop almayı planlıyorken, gelen tepkiler üzerine vazgeçti.

Hâlbuki o zaman bu alımı savunuyor, faydalarını anlatıyorlardı.

Biz de nerdeyse doktorlardan çelik copları reçetelendirmesini isteyecekti.

Şimdiyse zararlarını öğreniyoruz.

Meğer çelik cop, şüphelinin (suçlunun değil, vatandaşın) kafasına isabet etmesi halinde öldürücü ve ağır yaralayıcı özellik taşıyormuş.

Coptan vazgeçmek yok elbet.

Şimdi yine “teleskopik” özelliğe sahip olan ancak çeliğe göre daha hafif ve yumuşak özelliğe sahip “karbondan” oluşan cop alınacakmış.

İlla ki alacağız” deniyor demek ki.

Copu yiyeceğimiz kesin, sadece çeşnisi ayarlanıyor.

Ama sevinin karbon coplar, çelik gibi sert değilmiş, hatta kırılma özelliğine sahipmiş.

Kafanızda kırılmasına da aldırmayın, öldürücü ya da yaralayıcı etkisi bulunmuyormuş.

Okşuyor mübarek okşuyor.

Diyelim sırtınızda bir ağrı var, masaj salonlarını gezip, ortopedi doktorları arayıp durmayın.

Kendinizi coplatın.

İlaç gibi mübarek…

***

Türkiye’de bir şey hiç değişmiyor.

Tıpkı “Ordunun devleti” olduğu günler gibi.

Kamuda görev yapan bir kısım, her zaman kendisini “ayrıcalıklı” sanıyor.

Bunların konumları, adları, unvanları değişse de, her zaman “bir kısım, diğer bütün kısımdan ayrıcalıklı” konuma yükselebiliyor.

Kendisi dışında herkesi suç işleyen biliyor.

Devleti koruyan, yasaları uygulatan ama kendilerinin bundan istisna olduğu bilincinde…

Buna o kadar inanıyorlar ki, beyinlerine o kadar işlemiş ki, kendileri dışında herkesi “potansiyel suçlu” görme yanlışına düşüyorlar.

Dolayısıyla da devletin gerçek sahibi kendileri, diğerleriyse “korunmak zorunda olunan” yığınlardan öte bir şey değil.

Türkiye asker devletiyken de böyle, polis devletiyken de.

Esas olan demokrasi olmadığı müddetçe bu böyle de olacak.

Çünkü temel anlayış değişmiyor.

Halkı zapturapt altına almanın yolu, her zaman şiddetten geçiyor.

Şiddet dışında bir çözüm önerileri olmuyor.

Halkı koruma yerine, halktan kendilerini koruma adına proje üretiyor, masraf ediyor, birilerini zengin edip duruyorlar.

Elbette polisin olaylara müdahalesi gerekir, elbette suçlu, cezasını çekmeli ama bu cezayı polis değil, yargı vermeli.

Her seferinde “şiddetle önleme” formülü, “biz şiddeti uygulamakla görevliyiz” anlayışına sahip ve bunu kendisine hak bilenlerin ortaya çıkmasına neden oluyor.

Yoksa polisin görev yapmasına, suçluları yakalamasına, gerektiği zaman, gerekli alet ve edevatları kullanmasına, hatta yasalarda yazıldığı şekilde silahına sarılmasına sözüm olamaz/olamaz.

Sorun, “bunu kendine hak bilenlerin” nasıl önleneceği konusunda en ufak bir teşebbüste bulunulmuyor olmasıdır.

Bu ülkenin gerçek sahibi, ne polistir, ne asker. Bu ülkenin sahipleri, ülkede yaşayanlardır.

Sadece herkesin görevi farklı…

 

Twitimden seçmeler

Yalanlarla dolu bir dünyada gerçeğin peşinde koşmak ne zor şey anne...

www.naifkarabatak.net

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi