Barış Derken Kızaran Yüz Yok!

Dün aslında ilginç bir gündü. Her yıl 1 Eylül tarihinde “barış istiyoruz” diye meydanlara inilir. Kuşkusuz barış istemekten daha güzeli olamaz. İlginç olansa barış isteyen ve bunu dillendiren, mesaj yayınlayan, açıklama yapan, hararetli bir şekilde konuşma yapanların, gözlerindeki öfke, yüzlerindeki kızgınlıkla bunu yapmalarıydı.

Daha ilginci, bir ülkede savaştan taraf olanların, kendi ülkelerinde barış havarisi kesilmesiydi.

Bir yerde kan dökülmesine destek verenler, diğer yanda kan dökülmemesi için mücadele ediyordu.

Hatta bu mücadeleyi kan dökerek yapıyorlardı.

Doğrusu dün, yüzü kızaran kimseyi göremedim.

Barış isteyenler, bunu yürekten, inanarak yapanlar zaten insanlığının gereğini yapıyordu.

Kendisine “insan” diyen hiç kimsenin savaş taraftarı olabileceğini düşünmek mümkün değil.

Belki insan kılığına girmiş olabilir ama ona insan demek, bütün insanlığa hakarettir.

Dün, insan olup olmadığı ciddi şekilde tartışılacaklar barış istiyordu.

Evet, elleri vardı, gözleri vardı, kulakları, ağzı, bir yüzü ve yürüyecek ayakları vardı.

İnsana benziyorlardı…

Ama savaş isterken, barış istemenin tezatlığının nasıl bir anlayışın ürünü olabileceğini de bilemiyorlardı.

Belki de işlerine öyle geliyordu.

Giden can, kendi canı değildi nasılsa…

Kimyasal silahla vücudu dağlanan kendi evladı değildi.

Parçalanmış, sere serpe yatan eşi değildi, kardeşi değildi, babası değildi, annesi değildi.

O zaman, stratejik hesapları üzerine kurulu savaş, bazı yerlerde mubahtı.

Bu yıl Barış Günü, Amerika’nın Suriye’ye haddini bildireceği zamana denk geldi.

Haddini bildireceğin, haddini bilmesi gerektiği bir zamanda hem de…

Birkaç yıldır Suriye kan gölü…

Uzun zamandır ülke diktatörlükle yönetiliyor.

Tarihteki toplu katliamlara rahmet okutacak katliamlar yapılıyor.

Elindeki kanı hiç kurumayan Esad ailesine toz kondurmak, bazı barış yanlılarına zül geliyor.

Kendi milletini öldüren Esad’a arka çıkıyor, destek veriyorlar.

Sonra bir bakıyorsunuz bir bölgede “ırksal katliam” yapılıyor, feveran edenlerin kimliği değişiyor.

Müslüman’ı Müslüman’a kıydırmak için ortaya atılan “yalan bombası” etkisini gösteriyor.

Birden barış yanlıları savaş ister hale geliyor.

Kimi Özgür Suriye Ordusu’nun katliamlarına tepki gösterip, öldürülmelerini hak biliyor, kimi PYD’nin, kimi Nursilerin…

Orada bir katliam var, Mısır’da bir katliam var, Doğu Türkistan’da bir katliam var, Arakan’da acı devam ediyor ve dünyanın dört bir yanında zalimler, zulmünü aralıksız sürdürüyor.

Hepsinde ya dini için susuyorlar, ya ırkı için…

Amerika ise hepsini görmüyor, Suriye’de Esad’a haddini bildirmek istiyor.

Bu defa barış yanlıları devreye giriyor, hem de bütün katliamlara sessizlikleri henüz sürerken.

Savaş karşıtı çıkış yapıyorlar, Amerika’yı ve Türkiye’yi suçluyorlar.

Suriye’den atılan bombalarla sınırda insanlarımızı kaybettiğimizde de bombayı atanı değil, hükümeti suçlayanlar, yine hükümeti suçluyor.

Sanki Suriye’de katliam yapan Türk hükümeti, sanki katliamı Obama yaptı.

Barış isteyen, savaşa karşı olan “Amerika’nın savaşına karşı” olup, diğerlerine taraf olamaz.

Savaşa karşı olan, her türlü savaşa karşı olur.

Hatta şiddet eylemlerinin tarafında yer alamaz.

Daha dün Gezi eylemlerinde kaldırım taşını söküp, kime attığını sorgulamayanlar,

Molotof kokteyllerinin şirinlik olsun diye atılmadığını bilenler,

Hiçbir suçu olmayan vatandaşların dükkânlarını, araçlarını, evlerini ateşe verenler,

Milletin malına göz dikip, yağmalayanlar, şimdi barış yanlısı olmuş.

Hatta Gezi eylemcilerine tepki gösterip, “katlini vacip” bilenler de barış yanlısı olmuş.

Hatta polisin şiddetini “haklı” görenler de, polise şiddeti “hak” bilenler de barış yanlısı olmuş.

Mısır’da Sisi’ye alkış tutan, içten içe gülümseyenler de barış yanlısı.

Suriye’de minicik bebeklerin öldürülmesine ses etmeyenler de barış yanlısı.

Doğu Türkistan’da katledilenlere “ırkçı” boyutuyla bakıp, ses etmeyenler de…

Dün, barış isteyenler, bütün bunları düşünseydi de yüzleri kızarmazdı.

Çünkü onların barıştan anladığı, kendi borularının öttürüleceği yönetimlerin işbaşına gelmesidir.

Oysa kimsenin borusu örtmesin, kimse kimseye hükmetmesin.

Ne özgürlük böyle bir şeydir, ne barış, ne kardeşlik, ne dostluk.

Bir şeyden taraf oluyorsanız, bunun getirdiği yükümlülükleri laf olsun diye değil, yürekten istemeniz gerekir.

Yoksa da böyle yüzünüz kızarmadan barış ister, savaş tamtamı çalarsınız.

 

Tweetimden seçmeler

Alanı terk etmişseniz, meydanları dolduranları şikâyet etmeyeceksiniz.

(Bunu bütün meslekler için; siyaset, spor, basın.. düşünebilirsiniz)

www.naifkarabatak.net

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi