Bu da İran’a dert olsun!

Adalet, biraz da “onların güç ve kudretine” sahip olmaktır. Eğer o güç ve kuvvet sizde yoksa adaleti boş yere arıyor olmanız size dert olmasın, onlara dert olsun. Sadece İran gibi ülkelerde bu böyle değil, her yerde ne yazık ki böyle…

İran’da ise çok daha karmaşık…

İran’ı, bizim laik Kemalistlere benzetiyorum; tek tip insan için uğraş verenlere…

Çünkü zorla baş örttürmek de, zorla baş açtırmak da aynıdır.

İnsanları “aynı düşünen” formatına sokan, kim olursa olsun aynıdır.

Karşı görüşü “yok etme” amacı güden anlayış, hangi inançtan, hangi düşünceden, hangi ırktan olursa olsun aynıdır.

İran, uzun süredir “tek tip” insan yetiştirmek için çok çaba harcıyor, çok hak yiyor, çok can alıyor.

Son aldığı can ise Reyhaneh Jabbari…

2007 yılında tecavüze uğrayan Reyhaneh Jabbari, tecavvüzcüsünü öldürmekle suçlanıyordu.

Bununla ilgili bir araştırma ve soruşturma yapılmamış, maktulün sanık tarafından bıçaklanması yeterli sebep sayılmıştı.

Kendini, onurunu, şerefini, namusunu ve aslında insanlığını koruma çabası görülmemişti.

Üstelik de “bıçak” olayını doğrulayan Reyhaneh Jabbari, maktulün ölümünün kendi eliyle değil, orada bulunan üçüncü bir kişi eliyle olduğunu söylediği halde buna itibar dahi edilmemişti.

Tecavüzcü yaşasaydı, Reyhaneh Jabbari, tecavüz edildiği için mi asılacaktı, doğrusu merak ediyorum.

Reyhaneh Jabbari’nin idam edilmemesi için dünyada yankılanan feryatlar karşılık bulmadı ve 19 yaşındaki genç kız, en aşağılık muameleye tabii tutulduğu için idam edildi.

Reyhaneh Jabbari’nin annesine yazdığı son mektubu okurken, aklıma Seyyit Rıza’nın “Ben senin yalanlarınla ve hilelerinle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ben de senin önünde diz çökmedim, bu da sana dert olsun.” sözü geldi.

Çünkü Reyhaneh Jabbari, öyle şeyler söylemişti ki, kalemi kıran mahkeme de, İran’da adaleti sağladığını sananlar da, İran’ı yönettiğini düşünenler de utanmalı.

Elbette o satırlar, onu idamdan kurtarmadı. Zaten ipten kurtulması için yalvarıp, yakarmadı da…

Belki tecavüzcüsünün yargılanıp, kendinin aklanmaması Reyhaneh Jabbari’ye dert oldu.

Ama onun kaleme aldığı satırlar da onlara dert olsun.

Aslında bugün köşemi, sadece Reyhaneh Jabbari’nin satırlarıyla dolduracaktım ya, yine de birkaç kelam edeyim dedim.

Oldukça uzun olan mektubun bir kısmını buraya alayım.

Belki de bütün dünyada kadını “sınıftan” bile görmeyen ve tecavüzcüleri koruma çabasında olan bir adalet anlayışına dert olur…

***

Dünya bana yaşamak için 19 yıl verdi. O uğursuz gecede ölmeliydim. Bedenim şehrin bir köşesine atılmalı ve birkaç gün sonra polis beni teşhis etmen için seni tecavüze uğradığımı da orada öğreneceğin adli tıp doktorunun ofisine götürmeliydi. Biz onların gücü ve servetine sahip olmadığımız için, katilim asla bulunamayacaktı. Hayatına utanç ve ıstırapla devam edecek, birkaç yıl sonra da bu ıstırap seni öldürecekti.

Her nasılsa bu lanetlenmiş hikaye değişti. Bedenim bir köşeye atılmadı, ama Evin Hapishanesi ve onun tek kişilik hücresine gömüldü, şimdi de mezarlığa benzeyen Şehr-e Ray hapishanesine. Ama kaderim buymuş, şikayet etme. Sen benden iyi bilirsin ki ölüm yaşamın sonu değildir.

Sen bizlere okula giderken bir kavga ya da şikayet karşısında bir hanımefendi gibi olmamızı öğretmiştin. Nasıl davranmamız gerektiğinin altını ne kadar çok çizdiğini hatırlıyor musun? Senin deneyimlerin yanlıştı. O kaza başıma geldiğinde, öğrendiklerimin bana yardımı olmadı. Mahkemede beni soğukkanlı ve zalim bir suçlu gibi anlattılar. Hiç gözyaşı dökmedim. Hiç yalvarmadım. Kanunlara güvendiğim için ağlamadım.

Ama kayıtsız olmakla suçlandım. İşte, sivrisinek bile öldüremez, hamam böceklerini antenlerinden yakalayıp dışarı atardım. Taammüden cinayetle suçlanıyorum. Hayvanlara yaptığım muamele bir erkeğe eğilim olarak yorumlandı ve hakim kazanın yaşandığı sırada tırnaklarımın uzun ve ojeli olduğu gerçeğine bile bakma zahmetine katlanmadı.

Kendisinden adalet beklenen bir hakim için ne kadar da iyimser! Ellerimin sporcu kadınlar gibi, özellikle de boksörler gibi, iri olmadığını sorgulamadı. Ve içime sevgisini ektiğin bu ülke beni hiçbir zaman istemedi, beni sorgulayanların hakaretleri yüzünden ağlarken, en adi sözlerini dinlerken hiç kimse bana destek olmadı. Güzelliğimin son işareti saçlarımı kazıdığımda 11 gün hücre cezasıyla ödüllendirildim.”

….

“İyi kalpli annem, sevgili Sholeh, canımdan daha çok sevdiğim, toprağın altında çürümek istemiyorum. Gözlerimin, genç kalbimin toza dönüşmesini istemiyorum. Ben asılır asılmaz bunu ayarlamanı; kalbimin, böbreğimin, gözlerimin, kemiklerimin, vücudumdan ne nakledilebilirse onları ihtiyacı olanlara hediye etmeni istiyorum. Organlarımı alanların ismimi bilmesini, bana bir buket çiçek almalarını hatta benim için dua etmelerini bile istemiyorum.

Şunu çok içten söylüyorum, gelip yas tutarak acı çekeceğin bir mezar istemiyorum. Benim için siyahlar giymeni istemiyorum. Zor günlerimi unutmak için elinden geleni yap. Rüzgar beni alıp götürsün.

Dünya bizi sevmedi. Kaderimi istemiyorum. Ve şimdi ölümü kucaklayarak buna bir son veriyorum. Çünkü Allah’ın mahkemesinden, beni sorgulayanlardan ben davacı olacağım. Hakimden; beni taciz etmekten geri durmayan Yüksek Mahkeme’nin hakimlerinden davacı olacağım.

Yaratıcının mahkemesinde Dr. Farvandi ve Kasım Şabani’den davacı olacağım; tüm o bilgisizlerden, yalanlarıyla bana haksızlık eden, benim haklarımı çiğneyen ve gerçeğin bazen görünenden farklı olduğuna dikkat etmeyenlerden davacı olacağım.”

 

Tweetimden seçmeler

Nedense sadece elimizden kayıp giden güzelliklere yanarız ama bilmeyiz ki, yeni güzellikleri yaşamak da bizim elimizde...

www.naifkarabatak.net

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi