Her Şey O Büyük Gün İçin

Nedendir bilmiyorum ama aldığım ahlaki terbiye gereği olsa gerek, bütün cemaatlere karşı önyargısız bir duruşum vardı. “O cemaat gerekli, böyle bir talep, böyle bir ihtiyaç var ki hayat buluyor” derdim. Ama neler yaptıklarını görmüyor da değildim. Fetullah Gülen cemaatinin de yaptığı her şeyin o büyük gün için olduğunu hissetmem, 2011 yılına dayanır…

Henüz 17-25 Aralık darbe girişimi başlamamıştı. Yıl 2001. 25 Eylül’de başlayıp, 26 Eylül’e sarkan “Hizmet ehlinin hizmeti” başlıklı iki bölümden oluşan bir yazım vardı.

O yazıda, cemaatin devletin bütün organlarına girdiğini ve bunun ileride tehlike olabileceğine dair kaygılarımı yazmıştım.

Çünkü uzun zamandır cemaati izliyor, gazeteci olarak bazı etkinliklerine ve tanıtımlarına da katılıyordum.

Cemaate ait bir okulun tanıtımında, bu kaygım had safhaya ulaşmıştı.

Dünya haritası üzerinde, cemaatin okulları “yeşil” renkte işaretleniyor ve neredeyse dünyanın her tarafında. Okullarda okutulan çocuklar, o ülkenin en zengin ve en yüksek makamında bulunanların çocuklarıydı.

Muhtemelen 20 yıl sonra o çocuklar, o ülkede “söz sahibi” olacak ve Fetullah hocalarının ya da “abilerinin” emrine göre bulundukları makamın tüm imkânlarını seferber edeceklerdi.

Bu korkunç bir şeydi.

Kim olursa olsun, hangi fikri taşırsa taşısın, hangi görüşte olursa olsun “dünyaya hükmetme” hali, bir delilik halinden de öte, çılgınlıktır.

Cemaatin yapılanmasını izlediğim günlerde, alt kademenin “samimiyeti” bile şüpheliydi. Çünkü “sır” dolu bir hayat yaşamayı seçen öğretici grup, gençlere sadece dini bilgi veriyor görüntüsü vardı ama bundan çok başka şeyler verdikleri şimdi daha net anlaşılıyor.

Yapılanmaları Mason/Siyonist bir yapılanma tarzıydı ve her şey o büyük gün içindi. Sanki vaad edilmiş kutsal topraklar kendilerini bekliyor, o gün için her şeyi gizleyerek, sinsice ve adım adım ilerliyorlardı.

Bunun için ne olması gerekiyorsa o oluyorlar, nasıl görünmesi gerekirse öyle görünüyorlardı. Füturat, sadece başörtüyle sınırlı değil, hayatın her alanında, bir Müslüman’ın yapmakla mükellef olduğu her konudaydı. Çünkü her şey o büyük gün için mubahtı…

FETÖ militanlarının darbe girişiminin ardından gözaltına alınan Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın yaveri Piyade Yarbay Levent Türkkan’ın itirafları da bu kaygımızı, korkumuzu pekiştiriyordu.

Türkkan, öyle şeyler söylüyordu ki, bugün cemaate yapılanmasına müsamaha ettiği için AK Partiyi suçlayanlar, bu sızmanın çok daha eskilere dayandığını da öğrenmiş oluyordu.

Yıl 1989…

Işıklar Askeri Lisesini, “kendisine verilen sorularla” kazanan Levent Türkkan, görevde olduğu bütün sürelerde “abilerinin” talimatına göre hareket ettiğini, Genel Kurmay Başkanı Necdet Özel’i her gün dinlediklerini, her gün dinleme cihazını değiştirdiğini söylüyordu…

Sorgulamıyorlardı çünkü hiç birisi…

Mehdiydi Fetullah Gülen

(Haşa) belki de peygamber olarak görüyorlardı…

Vaad edilen bir cennet vardı belki de kendilerine…

Tıpkı Hasan Sabbah’ın Alamut Kalesinde kendilerine gösterdiği sahte cennet gibi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ErdoğanHaşhaşi” benzetmesi yaptığında, kuşkusuz kimimiz bunu çok abartılı bulmuştu.

Ama aradan zaman geçtikçe, bu “haşhaşi” benzetmesinin “cuk” diye yerine oturduğunu gördük.

Hâlbuki ne güzel makamlara geliyorlardı.

Ne güzel para kazanıyorlardı.

Kurdukları şirketler, hem satıştan kazanıyor hem de iyi bir “himmet” adı altında bağışlarla büyüdükçe büyüyordu.

Omuzu kalabalık binlerce insan vardı.

Her kurumda, her kuruluşta hatırı sayılır göreve geliyorlardı.

Makam, şatafat yerindeydi.

Doymak istesen, istemediğin kadarı zaten vardı.

Millet asgari ücretle kıt kanaat geçinirken bile ülkesine, milletine ve insanlığa ihanet etmiyordu.

Dervişlik dilde dua, sırtta hırka, boğazda da bir lokmaydı bizim için.

Ama “hizmet” yaptığını söyleyenlerin lüksü, şatafatı, sahip oldukları bir cemaatin sahip olduklarından/olabileceklerinden çok fazlaydı.

Adeta bir devlet vardı karşımızda; bütün ağları, bütün ilişkileri, bütün kurumlarıyla…

Bir özeleştiri yapmak gerek elbet…

Bunu herkesin yapması gerek.

Sadece AK Partinin değil, ondan önceki partilerin de…

Hatta işadamlarının, STK’ların, kurum ve kuruluşların da…

Bugüne kadar onlara sağlanan veya göz yumulan her iltimasın, onları büyüttükçe büyütmesinde kimin, ne kadar payı var?

Her şeyi “o büyük gün” için yapanlar, her şeyi “o büyük gün”e göre gizleyenlere dün “dur” denilseydi, 15 Temmuz’da gördüğümüz kâbusu görmeyecektik…

Ama bunu bütün samimiyetimle söylüyorum. Eğer 15 Temmuz’da başarılı olsalardı, biz, bugüne kadar gördüğümüz bütün darbeleri ve sonrasında yaşadığımız acıları arar hale gelecektik.

Buna bir senaryo, bir tiyatro diyenlerin haklı olduğu bir yön elbet var; çok uzun zaman önce yazılmış ve sürekli devam eden, bizlerin de figüran olarak kullanıldığı çok uzun soluklu bir senaryoymuş…

Ve her şey bugün içinmiş, o büyük gün için…

Tweetimden Seçmeler

49 bin 321 kamu görevlisi darbe girişimi nedeniyle görevden alınmış. Sayı azımsanmaz, görevler de çok iyi. Yani zaten yönetiyorlarmış!

www.naifkarabatak.net

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi