Hizmet Edenlere “Selam” Olsun

 

O kadar okul okuyacaksın, Amerika’da mastır yapacaksın, sonra da gidip, Afrika’nın bilmem hangi ülkesinde 200 dolara öğretmenlik yapacaksın…

Bunu normal şartlarda kabullenmek elbette mümkün değil.

Sadece Afrika değil, dünyanın herhangi bir ülkesinde, bu şartlarda, hiç tanımadığın, huyunu suyunu bilmediğin, güvenliğinden emin olmadığın, adının sanının duyulmadığı yerlerde hizmet etme amacı, bir ideal olmadan mümkün değil.

Ama bunu yapan insanlar var.

Hem de sayıları çok fazla.

Neredeyse “maddi” olarak karşılıksız…

Selam” filmi bu açıdan ezber bozan bir film diyebilirim.

Duygunun çok yoğun olduğu, gözyaşlarınızı tutamayacağınız ve zaman zaman “hiç kimse olmasa da, hıçkırarak ağlasam” diyeceğiniz bir film. (Bu arada ağlamak insanın kalbini yumuşatıyor ve öyle rahatlatıyor ki, anlatılmaz.)

Bu başarı, yaşanan olayların perdeye yansıtılmasından kaynaklı…

Yönetmenliğini Levent Demirkale’nin üstlendiği Selam filminde, Burçin Abdullah, Yunus Emre Yıldırımer ve Hasan Nihat Sütçü önemli rolleri üstlenmiş.

Üç kıtada, üç farklı ülkede hayattan kesitler var.

Harun, Zehra ve Âdem, farklı ülkelerde, farklı renklerde, inançta ve ırktaki insanlara bir şeyler öğretme adına yola çıkan gençler.

Giderken ardında çok şeyler bırakıyorlar.

Âdem, Bosna Hersek’e giderken hamile eşini bırakıp gidiyor.

Zehra, Afganistan’a aşkını bırakarak giderken, aşkı Harun ise fakirliğin hüküm sürdüğü eski sömürge devleti Senegal’a doğru yola çıkıyor.

Film, üç farklı yerde geçiyor ve oranın yaşamından kesitler sunarken, bizlere de önemli mesaj bırakıyor.

İlk hikâye Senegal’de, beyazların siyahları köle gibi kullandıkları yerde geçiyor.

Kaza geçiren çocuğunu “beyazların hastanesine” kabul etmeyecekleri için dövünenlerin, her şeye rağmen çocuklarını tedaviye götürme uğraşları ve beyazların onları aracına almaması, ölen 6 yaşındaki çocuklarının acısıyla, öfkesiyle bilenmeleri…

Onlara göre bütün beyazlar kötü ve zalim…

Belki de bütün siyahları iyi görüyorlar.

Çünkü hayatları boyunca ırklarından, derilerinin renginden, belki de inançlarından dolayı dışlanmış, horlanmış, köle muamelesine tabi tutulmuşlar…

Ama gün gelir beyaz bir öğretmen, bütün bu anlayışı yıkabilir.

Onlarla oynuyor, onlarla gülüyor, onlarla aynı sofraya oturuyor.

Çünkü bu beyaz adamın “ırk” gibi bir takıntısı da yok, derdi de…

***

İkinci hikâye Avrupa’nın göbeğinde katliama maruz kalan Bosna’da geçiyor. Sırplarla Boşnaklar bir arada huzur içerisinde yaşarken kapı komşusunun bile sırtını döndüğü, hatta öldürdüğü günlerden bugünlere…

Sadece Boşnak olduğu için veya sadece Müslüman olduğu için öldürülen insanlar ve sonrasında onların çocukları…

Âdem öğretmen, bu anlayışı yıkmak için mücadele ediyor ve bunu da hayatıyla ödüyor.

Ve Afganistan…

Birçok ülkenin üzerinde hesabı olan, insanları aç ve susuz kalan, yoksullukla hayatta kalmaya çalışan ve bunu değiştirmek istemeyen bir ülke.

Zehra, Afganistan’da bu çocuklara sadece eğitim vermiyor, ablalık da yapabiliyor.

Bütün bunları “sevgiyle” yapabilir insan.

Bir ideal uğruna…

Bir hizmet aşkıyla…

Maddi karşılığı asla olmaz.

Ama zaten karşılıksız da olmaz, bu dünyada değil, ötelerden beklenen bir karşılığı olmalı.

***

Anlaşıldığı gibi film yurt dışında birçok ülkede görev yapan Türk Okullarını ve orada görev yapan öğretmenlerin sıkıntılarını yansıtıyor.

Üç hikâyede gerçek…

Zaten bir tanıdığınız varsa, gerçeğin ne olduğunu anlamak da zor değil. Bunu iyi biliyorum.

Filmde Fetullah hoca yok ama onun dünyanın dört bir yanında inşa ettirdiği okullar ve onun izinde olan öğretmenler var.

Bazen bana “falanca cemaat nasıl, filan nasıl?” diye sorarlar.

Rahatlıkla şu cevabı veririm, “iyidir.

Çünkü bir idealleri vardır, iyiye dönük bir amaç güdüyorlardır ve hizmet ediyorlardır.

Bu yeterli aslında…

İnsanlara faydalı olmak, bir başkasının mutluluğuyla mutlu olabilmek, bildiklerini aktarmak, el uzatabilmek, destek olmak, merhem sürebilmek…

Bütün bunlar insan olmanın da gereğidir, Müslüman olmanın da…

Siz hangisi adına yaparsanız yapın, hangi cemaat, hangi vakıf, dernek veya parti adına yaparsanız yapın; hem insanınıza, hem ta uzaklardaki insanlara ve hem de yaşadığınız yere katkınız varsa, siz ideal insansınız demektir.

Bugüne dek hiçbir cemaatte olmadım ama eğer olsaydım, bildiklerimi birilerine aktaracak fırsatı yakalasaydım, mesafe kaygım olmaz, Afrika’da adını bilmediğim bir ülkede üç kuruşa çabalamaya razı olabilirdim. Zira bir insanı kazanmak, bütün insanlığı kazanmak gibidir.

Selam filmi, ırkçılığa bakışınızı, yoksulluk anlayışınızı ve hizmet aşkınızı sorgulayacak, sorgulatacak bir film.

Herkesin mutlaka izlemesini tavsiye ederim ama yanınızda mutlaka mendil bulunsun.

Twitimden seçmeler

Kovboy filmlerinde ellerinde silah ve asmaya hazır iple "adalet" diye bağıran at hırsızları, nedense her zaman bana çok tanıdık gelmiştir.

www.naifkarabatak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi