İnsan, Kurulu Saat Değil

İnsanı kurulu bir saat değil diye biliriz ama maalesef kurulu saat gibi çalışan insanlarımız da var. Bunlara bazen imreniyor, bazen de şaşırıyorum.

Her gün aynı, her saat aynı, hatta her dakika aynı işi aynı düzende, periyodik şekilde yapanlar var.

Çoğunlukla evden işe gidip gelirken deniz vapurunu kullanıyorum.

Sanırım yazarlıktan olsa gerek insanları da inceleme şansı buluyorum.

Aynı vapura binince aynı yüzlerle karşılaşma şansım oluyor.

Vapura her bindiğimde üst kata çıkarım ama farklı yerlere oturmaya çalışırım. Vapurun sağ veya sol tarafındaki manzarayı izlemek isterim.

Tahminen 65 yaşlarında yaşlı bir amca gelir ve onun yeri hep aynıdır, bir veya iki sıra değişse de aynıdır.

Oturur oturmaz, önce cebinden yakın gözlüğünü çıkarır, hep aynı yumuşak tavırla gözüne takar ve yine aynı tavırla ipini düzeltir. Elindeki Posta gazetesini açar, önce ekini ortadan alır ve cebine koyar.

Sonra gazeteyi kendine has bir hareketle açarak, okumaya başlar. O kadar yalan haberi nasıl okur ona da şaşarım ya…

İndiğim limana kadar, yaşlı amca hiç gözünü ayırmadan, hiç çevresine bakmadan, hiç insanlarla konuşmadan, hiç martıları seyretmeden, hiç denizin dalgasını incelemeden, hiç balığın oynaşıp oynaşmadığına bakmadan gazete okumaya devam eder, hayret ederim.

Her gün karşılaştığım ve ilk kez gördüğüm gençlerde değişmeyen ise telefonla oynamaları…

İstisnasız bütün akıllı telefonu olanların eli meşgul…

Kimisi sürekli resim çeker, kimisi de telefonun tuşlarıyla kavga eder, kimisi de tuşları çok rahat kullanır, şiir yazıyormuş, şarkı söylüyormuş gibi.

Elinde telefonu olanların haliyle başı öne eğik.

Doktor değilim ama bir süre sonra bu neslin boyun ağrısından muzdarip olacağına bahse girebilirim.

Telefonu elinde olanlar, tıpkı yaşlı amca gibi inecekleri yere kadar –fotoğraf çekme dışında- çevreleriyle asla ilgilenmezler.

Fotoğraf karesinde kendileri vardır çoğunlukla…

Eskiden de kendi kendimizi çekerdik ama şimdi buna bir isim buldular; selfie…

Vapurda tek olanlar, çift olanlar veya kalabalık seyahat edenlerin tamamına yakını bir şekilde selfie denen pozu yakalamak için uğraşırlar.

Sadece deklanşöre gülerler, bütün tebessümler oraya, bütün pozları ona, bütün yaşam belirtisi sadece akıllı telefonun resim alıcısınadır.

Deklanşör kesildiğinde her şey eski haline döner.

Herkes eline yeniden telefonu alır ve bir şeyler yazar, bir şeye bakarlar.

Devlet gibi adamlar da var; kadın veya erkek…

Çok ciddi olan ve sadece karşıya bakan bu insanlar da ne sağıyla ne de soluyla ilgilenirler; geride ne var umurlarında olmaz.

Sulu tiplere çok rastlanmaz ama arkadaş çevresiyle birlikte vapura binenler, hoşça sohbet ederler ama telefondan gözlerini bir an olsun ayırmadan…

En güzeli çocuklardır…

Annesinin eteğini çeker, babasının orasını burasını dürter ve ilgi bekler.

Bazısı ağlar, bazısı güler.

Kuşa bakarak gülücük atarlar sağa sola.

Denizin dalgası onlar için önemlidir.

Vapur sallandıkça bazen sevinir, bazen şaşırırlar.

Gösterecek hep bir şey bulurlar; cami, yüksek bina, araçlar, koşan adamlar, martılar ve ilginç kıyafetli olanlar. Bir de kendisinden farklı renkte olan insanlar…

Çocuklardan başka güzeli de var; deliler…

Çok sık karşılaşmıyorum ama deli diyebileceğimiz veya saf olanların çevresine olan ilgisi, akıllı olanların hiç birisinde yok.

Belki onlar da çocuklar gibi ilgi çekmek istiyordur, belki onlar da kendisinden farklı olan herkese garip garip bakıyordur…

Ben de öyle miyim acaba diye düşünmeden edemiyorum.

Cep telefonunu severim ama esiri olmamaya çalışırım.

Benim için her şey dikkatle incelenmesi gerekendir; bir kuşun kanat çırpışı, bir yapının mimarisi, bir koyun görüntüsü, camilerin silueti, denizin dalgası ve uçsuz bucaksızlığı…

İnsanların yüzleri benim için çok önemli mesela; halkın moralinin ortalamasını alabiliyorum. Korkusunu, kaygısını, sevincini, sevgisini…

Çiftlerin bir birlerine bakışından, davranışından, hitap şeklinden muhabbetlerini ölçebiliyorum.

Yapmacık tavırları hemen fark eder, zorlama birlikteliklere üzülürüm.

Ama her incelediğim kişinin sadece bir kişi olarak farklılığını değil, çok farklı kendine has bir dünyası olduğunu, bir âlem olduğunu da hiç unutmam.

İnsan kurulu bir saat değil; bazen hata yapan, bazen başarısız olan, bazen üzülen, bazen ağlayan ve bazen de bütün bunların tersini yapandır.

Ve insan, istediği zaman bütün iyi hasletleriyle, bütün sevgisiyle, bütün vicdanıyla dünyayı çiçek bahçesine çevirebilir.

Bu insanların günü geldiğinde birer katile dönüşüyor olması; ayrılıkçı politikaların, kışkırtmacı siyasilerin ve güç kavgası için koca bir toplumu gözden çıkaranların çabasıyla mümkün olabiliyor ve işte o zaman, kurulu saat olmadığımızı, insan olduğumuzu, herkesin de bizim gibi insan, bizim gibi hakları bulunduğunu unutmamak gerekiyor.

İneceğim yere limana geldim, bana müsaade…

 

Tweetimden seçmeler

“Allah, nasip ettirmeyeceği şeyi hayal ettirmez” demiş Hazreti Osman (ra).

Güzel hayal kurmaktan çekinmiyorum, elbet Mevla'm nasip eder...

www.naifkarabatak.net

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi