İnsanlık, Bu Derece Alçalmış Olamaz!

Soma’da meydana gelen maden faciası sonrasında yaşadıklarımız, sadece “insani” yönünü kaybedenlerle, “insanlığı” daim kılmak isteyenlerin bir mücadelesi değildi. Acı bir tablo vardı ortada; bir felaket ve o felakette yerin altında kurtarılmayı bekleyen insanlar. Dışarıda ise elleri yüreğinde eşini, oğlunu, babasını bekleyenler. Belli bir kesimde ise el ovuşturmalar…

Ortada “doğal” olmayan bir felaket vardı ama öncelik, “laf kalabalığıyla” ölümü arttırmak değil, daha az ölüm, daha az yaralı ve daha az yanan yürek bırakmaktı.

Ancak, maden kazasından önce “sosyal medya”nın hazır hale getirildiği sonra fark edildi. Facebook ve Twitter hesaplarında “Manisa Soma” ile /dirensoma hesapları, faciadan bir hafta önce açılıyordu.

Facianın olduğu gün İngiltere, kendi vatandaşlarına “uzak durmaları gereken” yerleri açıklıyor ve mümkünse Türkiye’yi terk etmelerini istiyordu. Bunda da gerekçe; Soma maden faciasından dolayı birçok yerde dozu fazla eylemlerin yapılacak olmasıydı.

Oysa hiçbir felakette “eylem” olmazdı. Bunun mantıklı bir yönü ve zamanlaması yoktu.

Eylem, sadece kurumların zamanında müdahale etmemesi veya yardımların yapılmaması ya da sorumluların yargılanmamasında yapılırdı.

Felaket zamanında eylem olmazdı; -düşmanlığı bile bir kenara bırakarak- birliktelik olur, tek yürek halinde felaket bölgesine ulaşılır veya yardım eli uzatılarak acılar hafifletilirdi.

Kampanyalar düzenlenirdi, yardımlar toplanırdı, dualar edilirdi, hatimler indirilirdi…

Ama bunlar yapılmadı.

Mesela İngiltere kaygı duydu, vatandaşlarını uyardı bile.

Gezici medya, bize İngiltere’nin kaygısının gerçek yüzünü gösterdi.

Hatta Gezi eylemlerindeki “şaklabanlarını” Soma’ya gönderip, ekranlara “farklı kimliklerle” çıkarmaya çalıştılar.

Onlara göre içeride ölenlerin bir önemi yoktu;  hükümet istifa etsin, yeterdi…

Bugüne kadar hiçbir kimseye “merhamet” duymayanların, Soma’da ki ölümlere merhamet etmesi beklenemezdi.

Zaten merhamet olmadığı, yine aynı medyanın yönlendirmesiyle sokağa çıkanların vandallıklarında görüldü.

Kim, neyi protesto ediyordu?

Ortada doğal veya doğal olmayan bir felaket olduğunda esas olan yara sarmak mıdır, şahsi veya siyasi hesabını görmek midir?

Elbette yara sarmak olmalıdır.

Bütün siyasi partiler, farklı inançlar, farklı kültürlerin “acı olay birlikteliği” insanlığın en önemli hasletlerindendir.

Tabii insan olana…

Olmayan birer birer ortaya çıktı.

Facianın neden meydana geldiği henüz belli değilken, “suçluyu” bulmuşlardı…

Hatta suçlu, ne Ak Partiydi, ne hükümetti, sadece Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dı…

Çünkü Gezi’den bu yana olan her provokasyon, Başbakan Erdoğan’a yönelikti.

O giderse “uyuşma” mümkündü, sorun tek oydu…

17 Aralık operasyonunda bile “Başbakanın kellesi” onlar için yeterliydi, gerisi teferruattı.

Yaşanan facianın yaraları sarıldıktan sonra “ihmali” olanlarla ilgili gerekli bütün yasal işlemlerin yapılacağı muhakkaktı.

Daha önce örnekleri görülmüştü.

Ama ilginç olan işletmenin sahibine, aynı kesimin “tek söz” söylememesiydi.

Hatta Hürriyet Gazetesi başta olmak üzere maden sahibini göklere çıkaran yayınlar yapabiliyorlardı.

Belki de gerçekten masumdu, biz bilemezdik…

Bunu en iyi onlar bilirdi…

Faciadan önce manipüle haber ve karalama kampanyası yürütecekleri hesapları açanlar bilirdi.

Maden faciası olduktan sonra 10 dakika içinde yurdun birçok yerinde “mürekkebi kurumuş” pankartı hazırlayanlar çok iyi bilirdi.

Yılmaz Özdil belki çok iyi bilirdi…

Yaptıkları bütün yayınlara, söyledikleri bütün yalanlara inanmayanlara karşı sabrı taşmıştı.

Yazgülü Aldoğan da çileden çıkmıştı.

Bu kadar olmazdı; bakın 301 insan öldü, halen bu millet başbakandan vazgeçmiyor.

Bir dahaki sefere daha fazla adam mı ölsün, siz rakam verin, başbakandan vazgeçmeniz için kaç adamın öleceği sabotaj düzenleyelim?

Böyle demediler elbet…

Ama böyle demekten de farklı sözler etmediler…

Özdil, ölen işçilerin “ölüme müstahak” olduğunu söyledi.

Çünkü AK Partiye oy vermişlerdi…

17 Ağustos depreminde boşboğazın birisi depremin “ahlaksızlık” için meydana geldiğini söylemişti diye malum medya kıyameti koparmıştı.

Ama bu defa AK Partiliyse her türlü belaya müstahaktı.

Yazgülü Aldoğan, faciada hayatını kaybedenlere “şehit” denmesini içine sindiremiyordu. Onlar ne şehitti, ne gazi…

Çünkü “planladıkları” veya “kurguladıkları” veya “hayalledikleri” olmamıştı.

Bir felaketten, siyasi bir zafer elde edememişlerdi.

İnsanlık ölürken, çıkar peşinde koşacak kadar alçalmışlardı.

Dünyanın her yerinde ve ülkemizde de, tarihin her döneminde yaşanan felaketlerdeki “dayanışma”, bunda “engellenmek” istenmiş, hatta daha çok işçi ölsün diye neredeyse duaya çıkacak hale gelmişlerdi.

Ve yine dünyanın her yerinde ve ülkemizde, tarihin her döneminde olduğu gibi felakette ihmali olanlar yargıya hesap verecekti.

Hatta iş güvenliğini, iş yasasını, işçi sağlığını ve çalışana verilen değeri, hatta ücretini, hatta sosyal haklarını da sorgulamak gerekiyordu. İşverenin köle çalıştırıp, çalıştırmadığı ortaya çıkmalıydı ve gerekirse de hesap sorulmalıydı.

Bunlar hesabı, henüz facia yaşanmadan kestiklerinden olmalı ki, çok kızdılar…

Köpürdüler, hiddetle sağa sola saldırmaya başladılar ve olmadı, utanmadan, sıkılmadan, arlanmadan “müstahaklardı” diye patladılar…

Siz neye müstahaksınız bilemem ama bu faciada işletmenin bir ihmali olacağı ihtimalini, uzak bir kenara attım ve bunda ciddi bir sabotaj şüphesi duymaya başladım.

Umarım, facia, siyasi hesap için yapılan bir sabotaj değildir.

Umarım değildir, insanlığın bu derece alçalabileceğini kaldıramam…

 

Tweetimden seçmeler

Marmara, Van, Uludere, Soma, Filistin, Suriye, Mısır ve daha birçok yerdeki ölümlere “ama” demeden yanan yüreğe sahipseniz, size helal olsun.

www.naifkarabatak.net

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi