İşin cılkını ibadetle çıkarmak!

Başkasının sorunu, sizin sorununuz olmuyorsa, başkasının mağduriyeti, sizin için hiçbir önem taşımıyorsa, sizin mağduriyetinizin veya sorununuzun önemsenmesini de bekleyemezsiniz.

Dün kaleme aldığım ve gerçekten yoğun ilgi gören “Ermeni’sin, Disiplinsizin” başlıklı yazıma konu olan Seyfettin Bozan, Ermeni soyundan gelme, ancak Müslüman olan birisiydi ve sırf bu soyu nedeniyle ordudaki görevinden olmuştu.

Bir hak yenmesini değil, “Ermeni” olmasını önemseyenlerin olmasını çok garipsedim.

Bu her iki kesimde de vardı elbet…

Ermeni adını duyunca, mağdur olmasını hak bilenlerin olması, mensup olduğu dine uymuyordu ama tepkisini de esirgemiyordu.

Bu Alevi ve Kürt sorununda da ilk bakışta göze çarpanıydı.

Çünkü herkesin bir “Makbul vatandaş” tarifi vardı.

Laik ve Kemalist’seniz, sizin makbulünüz, hiçbir dine inanmayan, siyasete alet edeceği bir inancı bulunmayan ve her şeyin önüne Atatürk’ü koyandı.

Eğer Solcuysanız da benzer bir makbul vatandaş tarifiniz vardı.

Çoğunluk olmanız, azınlıkta kalmanız, mağdur olmanız, sefa sürmeniz de bir şeyi değiştirmiyordu.

Herkesin kendince “makbul” bildiği vardı ve onun dışına çıkan her şeye burun kıvırılır, karşı çıkılır, sert şekilde muhalefet edilir veya hiç önemsenmezdi.

Faşizm, aslında tam da böyle bir şeydi.

Faşizme karşı olan da faşistti, faşistliği yaşam biçimi haline getiren de…

Bu kişilerin hangi din, dil veya ırka mensup olması bir şey değiştirmediği gibi, tahsili, makamı, parası veya sosyal statüsü de etki etmiyordu.

Dünyanın en iyi okulunu okuması, en kaliteli eğitimlerden geçmesi, kütüphane dolusu kitapları hıfzetmesi de işe yaramıyordu.

Çünkü, kişi kafasında, karşıya hayat hakkı tanımayacak bir yapı kurmuşsa ona sevgi beslemesi mümkün olmuyor. Bırakın sevgiyi onun da kendisi gibi insan olduğunu ve hakları bulunduğunu kavrayamıyor veya kabullenemiyor.

Dün, yazımı alıntılayan, başta Radikal Gazetesi olmak üzere, gazetelerinde veya sitelerinde yayınlayan, twitter’de paylaşan doğal olarak Ermeni sorununa duyarlı olanlardı.

Hâlbuki Kürt sorununa duyarlı olanlar da bunu görmeliydi.

Başörtüsü sorununa duyarlı olanlar da…

İbadetin engel teşkil etmeyeceğine inananlar da.

Ama bu, ülkemizde nedense bir türlü olmuyor.

Ortada başörtüsü sorunu varsa sadece bizim camia sahipleniyor.

Azınlık sorununda ise sadece dar bir çevre ve bu da mağdur kesimin çevresinden ibaret oluyor.

Kürt sorununu, sadece Kürtlerin çözmesi gereken bir sorun olduğu sanılıyor.

Alevilerin insanca yaşaması ve ibadetlerini rahatça yapmalarını da sadece onların çözmesi gerektiği düşüncesi hâkim.

Farklısı da var elbet…

Hatta CHP Milletvekili Hüseyin Aygün gibi Cami-Cemevi birlikteliğini taş atarak engel olmaya çalışanı da var.

Daha farklı giyimler veya tercihler de var; mini etek, tayt, çarşaf, peçe, pantolon, etek…

Bütün bunlar, “ilgili olanların sorunu” olarak algılandığından “hoşgörü” göstermeyi bile çok görüyorlar. Hatta bazıları “ihraç” sebebi, bazıları “intihara” kadar sürüklenecek psikolojik baskıya gerekçe…

Şimdi bir başka sorun var; okullarda ibadethane…

Milli Eğitim Bakanlığı lise sistemini sil baştan yapmaya kalkışınca büyük bir eksikliğin giderilip, giderilmeyeceği üzerine fikir teatisinde de bulunuluyor.

Dün, bu gündeme bomba gibi düştü; Okullara mescit açılıyor diye.

Kimi bunu Atatürk rejiminin çökmesi anlamına geleceğini, kimi laikliğin ihlal edileceğini, kimi cumhuriyetin temel taşlarının zarar göreceğini.. hasılı herkes kendi çerçevesinden bakarak söyleyeceğini söylüyordu.

Bazıları da farklı inançlara ibadet özgürlüğü verilip, verilmeyeceğini sorarak, amacın sadece mescit açmak olduğunu belirtiyordu.

Oysa herkes biliyor ki, diğer bütün dinlerde, gün içinde ve farklı saatlere ayrılan bir ibadet şekli yok. Sadece İslam dininde var ve bu, okul ya da mesai saatlerine denk gelen bir-iki vakti kapsıyor.

Cumartesi veya Pazar günü ibadethanelerinde buluşup, ibadet eden dinlere mensup olanların, okul saatinde veya görev yaptığı kurumda mesai saatinde böyle bir mekâna ihtiyaç duyması zaten mümkün değil ama olunca da, kimsenin “yok” deme hakkı olmamalı.

Müslümanlar, bu açıdan biraz farklı…

Günden beş vakit kılınan namaz, İslam’ın beş şartından birisi…

Sabah, akşam ve yatsı namazını, genellikle evde veya camide kılmak mümkünken, öğle ve ikindi namazını eda edecek zaman, mesai saati süresine denk geliyor. Böyle olunca da beş dakikayı geçmeyen bir sürede eda edecek mekân sorunu gündeme geliyor.

Yıllarca okul sırasında namaz veya kamuda kuytu bir köşede namaz diye manşete taşıyanlar, hatta “irtica”ya dayanak gösterenler olduğu bilindiğine göre, en temel bir hak olan ibadet hakkının, “dileyene” verilmesinden de kimsenin gocunmaması gerekir. Üstelik bu, bir teşvik unsuru olmalı, özgürlüğün insanların ibadetini de kapsadığı bilinerek destek verilmelidir.

Ne yazık ki bunu yapamıyoruz.

Çünkü namazını eda etme sorunu olanların, bir başka soruna, aynı hoşgörüyle bakamama sorunu var.

Dün mescit haberinin altına yorum yapan bir okuyucu; demokratikleşme diye işin cılkının çıkarıldığını, ibadet yapmak isteyenin camiye, kiliseye, sinagoga gidebileceğini belirtiyordu.

Tabii bu okur, mesai saatini umursamıyordu. Üstelik “hak”kı bir ulufe sanıyor, fazla istemenin sıkıntıya sebep olacağını düşünüyordu. Sanki esas olan insan değil, devletmiş, kurumlarmış gibi bir algıya sahipti.

Oysa devletler insanlar için vardır; Devletler için var olan insanların köle olması da kaçınılmazdır…

Yoksa kimsenin işin cılkını ibadetle çıkarmaya niyeti yok.

İnsanların insanca yaşama sorunu var ve bu, karşınızdakine tanıdığınız hakla mümkün olabilir, kurduğunuz engellerle değil.

 

Tweetimden seçmeler

Özgür olmak için sizi köle edenlerle birlikte olmak, işe yanlış başlamak gibidir. Zalimin ve zulmün değişmesi size özgürlük kazandıramaz.

www.naifkarabatak.net

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi