Asuman SOYDAN ATASAYAR

Asuman SOYDAN ATASAYAR

Kafanızı büyütmeden gelmeyin (öykü)

 “Sınıfa heyecan ve istekle girmezsek, çocuklara bir şey veremeyiz” düşüncesini her ortamda dile getiren Hayati Bey, eğitim aşkıyla meşhurdu. Uzun boylu, yapılı enine boyuna, gölgesi bile hacimli bir insandı. Fiziki yapısı, kilolu ve göbekli olsa da gençliğinde bundan daha ince olduğunun izleri vardı. Çünkü hâlâ hareketli ve çevik, hâlâ sportmen tavırlıydı. Yüzünden eksilmeyen tebessüm, hangi duygudan kaynaklandığını fark ettirirdi. Neşesinden gelen tebessüm; öfkesini gizlemek için oluşan tebessüm, hüzünlü tebessüm, acılı tebessüm, gururlu tebessüm... Öğrencilerine aşık olduğunu söyler, onlara aşkını iyi ifade edebilmenin gayreti içinde olmak gerektiğini de savunurdu.

 “Âşığın kalbinin çarpışını maşuk anlar/ Maşuk anlamıyorsa âşıkta sorun var” diyerek, başarısızlığın nedenini kendisinde arayan bir öğretmendi o. Kışın, ince giysilerini üst üste giyerek soğuktan kendini koruduğunu, yazın da kalın giysilerin gölgesine sığındığını söylerdi. “Kâğıdı her zaman düzünden değil bazen de tersinden okuyun bakalım neler bulacaksınız” diye ödev verdiği bile olurdu. Bir defasında “Herkes isminin tersini de öğrenerek gelsin” diye ödev vermiş, ertesi gün ansızın sözlü yaparak hızlı hızlı öğrencilerine isimlerinin tersten okunuşlarını sormuştu…Kendi ismini göğsüne vurarak ,”neB itayaH..” deyince sınıf gülmekten kırılmıştı.

“Fotoğrafın tersini de görebilmeli adam dediğin. Öküzün trene baktığı gibi gördüğünüze boş boş bakmayın, her karenin başka açılardan nasıl göründüğünü de tahmin edin ”diyerek düşünmeye teşvik ederdi onları.

 Bir komposizyon dersinde yine sesler susmuş nefesler kesilmişti onu beklerken. Otoriter hocaların hayalleyipde başaramadıkları bir şeydi bu. Gençler ergenlik deliliğini erteleyerek onunla sohbetin sabırsızlığı içindeydiler.  Heybetli yapısının altında gizlenmeyen munis tavrıyla sınıfa girince hep birlikte içten gelen duyguyla öğrenciler ayağa kalktılar.

 “Buyrun oturun çocuklar oturun! Sizin de ayağa kalkanlarınız bol, saygı gösterenleriniz çok olsun e mi?” diye gülümseyerek her zamanki gibi her birinin gözlerine teker teker baktıktan sonra masasına geçti.

  “Nasılsınız kuzucuklarım? Bizi kavuşturana şükürler olsun” diyerek sınıfına selam vermek adetiydi. Parıldayan gözler ve kıpırdaşan bedenlerin gülüşme sesleri ona keyf vermişti yine. Sınıf yoklamasını yaptıktan sonra:

 “Bir giriş taksimi yapalım şimdi, ara taksimini sonra siz yaparsınız” diyerek tebeşiri eline alarak tahtaya;

 “Büyük kafalar fikirleri, orta kafalar hadiseleri, küçük kafalar ise kişileri konuşurmuş” diye yazdı sonra sınıf genelinde bakışlarını gezdirerek:

  “Bu bir Fransız atasözü çocuklar…Gelin bu sözü masamıza yatıralım bugün.” Dedikten sonra:

 “Bir düşünün bakalım… Bu söz ne kadar doğru sizce?” Diye düşünmelerini istedi onlardan.

Öğrenciler bir süre birbirlerine baktılar. Ön sıralarda oturanlardan birisi, yanındaki arkadaşının kafasını karışıyla ölçerek cevap vermeye hazırlanması diğerleri de aynı işlemi yapmaya başlatmıştı. Karışlarıyla veya cetvelleriyle ölçenler, kendi kafasıyla yanındakini kıyaslayanlar, ”seninki orta kafa, benim ki büyük kafa” diyerek kendi aralarında şakalaşmaya başladılar. Kızlar, saçlarını kabartarak kafalarını büyük göstermeye çalışırlarken; erkekler de olanca saçlarını havaya dikiyorlardı. Hayati bey, en fazla gürültü çıkartan sıranın önünde kaşlarını çatarak ciddi bir şey soruyormuşçasına ses tonunu  yükselterek:

 “Kaç santim oğlum senin kafan?” diye sordu.

 Ahmet, titrek bakışlarıyla hocanın gözlerine baktıktan sonra:

 “Enini mi ölçeceğiz boyunu mu hocam?” deyince dayanamayıp kahkahayla  güldü. Öyle bir gülüyordu ki, göbeğinin oynayışıyla gömlek düğmeleri zorlanıyordu.

 “Hem enini hem de boyunu oğlum; yanal yüzeylerinin alanını, içinin de hacmini hesaplayın bakayım! Kimin kafası büyük kiminki küçükmüş anlayalım” deyince bu defa sınıftan  gülüşme sesleri yükseldi. Sesleri henüz kalınlaşmaya başlayan erkek öğrencilerin kapı gıcırtısından daha kötüydü kulakta bıraktıkları yankı.

Hayati Bey, yeniden ciddileşerek söze başladı:

  “Şöyle bir çevremize bakalım çocuklar! Tanıdıklarınızı düşünün!..Binlerce kişi içinden kaç tane kendine özgün fikir üreten insan görebilirsiniz?” diye ikinci bir soru daha sordu. Öğrenciler, birbirlerinin kafalarının  üstünü, altını,enini,boyunu ölçüyor gibi yaparak sınıfı kaynatırlarken ikinci sorunun dehlizine düştüler. Hem gülüşüp hem düşünmeye başladılar. Kabadayı tavırlarıyla dikkat çeken Namık atıldı:

“Özgün fikir açısı, ne demek Hocam?”

 Meraklı öğrencisinin sorusu önemliydi. "Özgünlük, fikir ve açısı".. Bu üç kelimenin çok iyi kavranması gerekiyordu. Babacan tavrını takınarak ellerini bedeninin arkasında birleştirdi, sınıfı bir baştan bir başa dolaştıktan sonra, yüksek ve vurgulu ses tonuyla:

  “Kendinize has olandır  özgünlük; başkasının etkisinde kalmadan veya taklit etmeden ürettiklerinizdir oğlum. Fikir,edebiyat,sanat, hayat, memat…her alanda şahsi üretiminiz … Yani kendi tecrübe ve düşünce tezgâhlarımızda dokuyup ürettiğimiz yorumlarımızdır. El emeği, göz nuru deriz ya ince ince dokunan sanat eserlerine. İşte bu özgün bakış açısı dediğimiz şey; düşünme, inceleme, gözlemleme neticesinde, beyin fırtınalarınızın bıraktığı kendine has değerli tortulardır…Sizden önce başkasının bulup çıkartmadığıdır…Taklit edilemeyendir…Kendi karakterinizin bilgi ve yetenek imbiğinden süzülen damlalarıdır” dedi. Özgün olmanın toplumda zor kabullenildiğini, büyük kafalı olmanın özgünlükle yakın ilişkisi olduğunu anlattıktan sonra;

 “Özgün fikri veya çalışması olanlar, zor kabul görürler çoğu zaman…Örneği benzeri olmayan bir şey bulup çıkartırsanız önce  çirkin ördek yavrusunun kaderini paylaşırlar. Ya dışlanırlar, ya da dalgaya alınarak deli muamelesi görürler. ‘Aklı taşmış bunun’ derler... Daha neler neler! ”

 Ahmet, umursamaz tavrıyla omuzlarını silkeledi:

  “Hocam özgün bakış açısından korktum ben!” dedi.

Bu söz Hayati Bey’in tatlı kızgınlığına yol açtı. Kaşları çatılırken ağzı gülme pozisyonunda durduğu için yüz ifadesi komik oluyordu.

 “Kafanı büyütmekten mi korktun oğlum? Sen küçük kafalı kalmaktan kork!” diye tebessümlü kızgınlığıyla bağırdı. Sonra ses tonunu yumuşatarak:

“ Kapalı toplumlarda fikir üretme ve söyleme cesaretini bulmak zordur, risklidir ama zamanla kabul edilir. Hoplaya hoplaya kabul ederler…Yeter ki onlara fikrinizi, kendinizi sunmayı bilin…İradeli olun!… Korkmadan, çekinmeden fikir üretmeye ve paylaşmaya devam edin. Bu cesareti her zaman gösterin, kazanan sonunda siz olacaksınız!”

Konu geliştikçe sözün mecazi anlamı çözülmeye başlanmıştı.

“Laf atanlar, çelme takanlar da küçük kafalı mı hocam?” diyen Fatma, yönelttiği soruyla bir arkadaşının kafa yapısını ortaya koymayı amaçlamıştı.

Bunu fark eden Hayati Bey:

 “ Kusurları örtmek de büyük kafalılıktır haaa!” diye gözlerinin akını çoğaltarak baktı:

 “Yalnız çelme takanlar değil; sineğin kanadından kin kapanlar, güneşli havadan nem

kapanlar, bardağın sadece boş tarafıyla uğraşanlar da küçük kafalıdır kızım…Küçük kafalar ya lüzumsuz yada zararlı işlerle uğraşırlar. İşlerinin de laflarının da içi abuk sabuktur, boştur, koftur onların… Bir düşünün çocuklar. İnsanların çoğunluğu, birer ayaklı fısıltı gazetesi değil mi sizce? Çünkü, neden? Eften püften şeyleri düşünüp konuşmaktan büyüyememiş kafaları da ondan.” Dedi ve hemen ekledi:

 “Haaaaa, bakın bir de bunun başka türlüsü var. Fikir üreteceğim, yorum getireceğim, bu da benim yorumum, fikrim,zikrim kime ne? diyerek bazı kendilerince aklı taşanlar, özgürlük adı altında, kişilik haklarına tecavüz etmeyi, birilerini kışkırtmayı, özellere saldırmayı yani edepsizliği fikirmiş gibi sunarlar. Bu değildir adam olmak, bu değildir büyük kafalı olmak haaaa..! Bunun adı densizliktir densizlik… ukalalık!”

 Biraz durakladıktan sonra:

  “Peki, size üçüncü bir soru daha; sizce bu densizler, ukalalar hangi tür kafaya giriyorlar?” diye sordu. Hakan hemen parmağını kaldırdı:

 “Ortayla küçük arası bir yerdeler onlar Hocam. Çünkü kendilerince fikir üreterek kafalarını büyütüyorlar ama kalp kırarak geri küçültüyorlar” diye cevap veren Hakan’ın omzuna sevgiyle sarıldı. Ayhan parmak kaldırsa da izin beklemeden:

  “Bence küçük kafanın da altında bunlar Hocam. Densizlerin bu atasözünde yeri yok!”

 Zil çalmıştı… Hayati Bey çantasını toparlayıp koltuğunun altına aldı. Etrafını çepeçevre kuşatan öğrencilerin tek tek sırtlarını okşadı:

 “Dedikodu ve gıybet müessesesi korkunç bir şekilde kök salmış çocuklar maalesef, kafası büyümeyenlerle dolu çevremiz… Aman ha, onların içimizde büyümesine izin vermeyelim… En hızlı bulaşan hastalığın birisi esnemek, diğerinin de dedikodu olduğunu unutmayın. Çok masum gibi görünseler de; esnemek beynimize, dedikodu ruhumuza oksijen göndermez. Birisi biyolojik diğeri psikolojik araz bırakır insanda. Yani kafanızın etini yerler yerler büyütmezler” Dedikten sonra kapıyı göstererek:

 “Çıkabilirsiniz çocuklar!” dedi

Arkalarından da:

   “ Sakın kafalarınızı büyütmeden gelmeyin haaa..!” diye seslendi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Asuman SOYDAN ATASAYAR Arşivi