Abdulbaki GÜNIŞIĞI

Abdulbaki GÜNIŞIĞI

KAHRAMANMARAŞ BELEDİYELERİMİZİN TÜRKÇE DİYE BİR DERDİ YOK

Sayın cumhurbaşkanımız, davet edildiği bütün açılışlarda, mekanlara, spor salonlarına, işyerlerine ve her türlü isim gerektiren yerlere verilen yabancı menşeili isimleri tenkit ile bu yapılanın yanlış olduğunu, aşağılık duygusunun bir tezahürü olup, güzel dilimize ve bilhassa kültürümüze zarar verdiğini beyan etmektedir.

Bu hususta kendisinin yalnız olduğunu söylemek zorundayım. Türk milletinin en büyük eksiği diline göstermediği hassasiyettir diyebiliriz. Atamız ceddimiz, Göktürk hakanı bilge kağanın, Orhun abidelerinde yazdığı gibi, ey Türk sen adam olmazsın, Çinli gibi konuşur, Çinli gibi giyinirsin, kemiklerin dağ gibi yığılır, kanın su gibi akar diye, o gün kü taklitçi insanları tenkit etmiş ve bizi ikaz etmiştir.

 Bilge Kağanın neslinin atasının ikazlarını dikkate almadığını, tarih içinde yapacağımız bir yolculuk bize kesin olarak söyleyecektir. Kurduğumuz devletlerin, özellikle islamdan sonra kurduğumuz devletlerin resmi dillerinin hiç birisi Türkçe değildir. Nerede ise tamamına yakını bizi hiç sevmeyen bir millet olan farsların dilidir. Yazılan bütün eserler, Yeseli Ahmet beyin ki hariç, ya Arapça veya farsçadır. Devletin ismi Türk olan ve resmi dilinin Türkçe olduğu tek devlet, Osmanlı ve arap yazarların kıskançlıkla, memluklu (köleler) devleti dediği devlettir. Kıpçak kardaşlarımızın kurduğu bu devletin adı, devlet-i Türk ve resmi dili ise Kıpçak Türkçesi idi. Bu devletin bütün hanları da Türkçe isimler almışlardır. Hatta bütün askerinin, kumandanlarının da isimleri pırıl pırıl Türkçe idi.

       Bu güzel devleti ortadan kaldıran selim han, bu güzel geleneğin bitmesine de sebeb olmuştur. O gün bu hiç kimsenin aklına gelmemiştir. Herkesin yavuz diye bildiği selim han, aslında yigit bir kişi olduğu hasebi ile askerinin ve halkın verdiği yavuz (aslında yağuz, yani yağı tepeleyen, yigit ) ismi onun ismi değil lakabı idi.

   Bu günlerde cumhurbaşkanımızın ikazı üzerine Türkçemiz ile ilgili yazılar görmeye başladım. Bu yazılarda büyük yanlışlar gördüğüm için bu yazıyı kaleme almak ihtiyacı hasıl olmuştur. Bu yazılarda, Türklerin islamdan önce, Göktürk ve Uygur yazısını kullandığını yazmışlardır. El hak bu doğrudur. Yanlış olan Uygur alfabesinin soğd alfabesinden esinlenmiş olmasıdır. Uygur alfabesi tamamen yerli bir üretimdir. Uygur alfabesinin geliştirilmesinde Soğdca ile ses uyumu olmadığı için, aksine göktürk alfabesinden esinlenildiğini düşünüyorum. Başka dinlere ve dillere mahsus alfabelerin azda olsa kullanıldığını biliyoruz.İslamdan sonra ise bütün Türk devletlerinin arap alfabesini kullandığı hususu ise kısmen doğru bir tespittir.

         İşin aslı ise, devlet resmi yazışmalarında arap harflerini kullanır iken, halkın hem runik ve hem de Uygur ve Göktürk alfabesini kullandığıdır. Miladi bin yıllarının yazı araştırmalarında, Japonya sınırından, Finlandiya, kuzey kafkasyadan, balkanlara kadar olan yerlerde araştırmalar yapan, değerli araştırmacı Bayçorov ve ekibi, bu geniş coğrafyada ki mezar taşlarında ve abidelerde, her üç alfabenin de kullanıldığını ve o gün bu geniş alanda proto (ilk) Bulgarcanın hakim dil olduğunu göstermiştir. Bazı mezar taşlarında hem Göktürk, hem runik ve hemde arap harfleri ile yazılar görülmüştür. Fakat dil aynı dil olup Türkçenin ilk dönem  Bulgarcasıdır.

      Bu gün, Maraş yerel gazetelerimizden olan bugün gazetesinde dil ile ilgili olarak yazı yazan bir yazarımızın yazısını okudum. Bu yazıda yanlış ve eksik olan yerler var ise de, bütün yaz göz önüne alındığında Türkçemize karşı yapılan yanlışları ikaz ve uyarı olduğunu göstermesi bakımından güzel bir yazı diyebilirim. Bu yazıda eksik olan ise, Osmanlı ve diğer Müslüman Türk devletlerinde tek alfabe kullanılıyormuş gibi bir tespit olamasıdır. Maraşımız da, Bahşi soy adını herkes iyi kötü duymuştur. Hatta bu soy ismi taşıyan bir de muşlu bir aile kırk yılın üstünde maraşımız da yaşamaktadır.

        Bahşi ismi, Çağatay Türkçesi ile baksı isminin, Arapçanın etkisi ile yumuşamış halidir. Maraşımız eskiden baki ismini bahı diye telaffuz eder, bütün k harflerini ise h ile söyler idi. İşte bu baksı ismini taşıyan insanların birkaç özellikleri olurdu. Birinci vasıfları, bunların hasta iyileştiren, bakıcı, şimdiki ismi ile eskinin hekimleri olmaları idi. Bu insanlar aynı zamanda toplumun önde gelen kültürlü insanları olup, dil ve okuma üzerine de bilgili insanlar idi. Hem Selçuklu ve hemde Osmanlı zamanında, devletin bütün emirleri halka sadece arap harfleri ile değil, aynı zamanda Uygur alfabesi ile de yazılıp gönderilir idi. Bu Uygur alfabesinin Fatih Sultan Mehmet zamanına kadar kullanıldığını biliyoruz. Halk büyük bir çoğunluk ile, özellikle Yörükler sadece Uygur alfabesini biliyordu. Arap alfabesini ise sadece yerleşik halkın bir kısmı anlıyor ve okuyordu. Bundan dolayı emirler genellikle iki alfabe de kullanılarak yazılıyordu. İşte Uygur alfabesini bilen ve okuyup yazan bu insanlara da bahşi deniliyordu.

      15. yüzyılın ortalarından itibaren Uygur alfabesi ile yazılan emirlerin terk edildiğini ve tamamen arap alfabesine dönüldüğünü görüyoruz. Bu andan itibaren sesli uyumu Türkçeye uygun olmayan bu alfabe ile yazılan yazıların, dilimize etkisini görüyoruz. Osmanlının son zamanlarında bu alfabenin, değişik işaretler ile Türkçemize uygun hale getirilmesinin çalışmaları yapılıyor idi. Dağıstan muhacirlerinin el yazması ile yazmış oldukları bazı kitapları gördüm. Bir taneside elimizde olup, Şafii ilmihalidir. Bu Arapça harfler değişik işaretler kullanılarak, Avarcaya uygun hale getirilmiş bir kitap tır. Bu bizim içinde yapılır ve alfabe değişikliği ile kaybettiğimiz kitapları okumak imkanını bulur ve kültürün devamı sağlanabilir idi. Fakat cumhuriyet ten sonra bu çalışmadan dönülerek Latin alfabesinin kabul edildiğini görüyoruz. Bu alfabeyi Latinlerin kullandığı var sayılarak bu ismin verildiğini biliyoruz. Fakat bu alfabe gerçekten Latin alfabesimidir, araştırılmaya değer bir mevzuu olduğunu söylemek isterim.Gazetede ki ikinci eksik te budur.

       Bizdeki sahte alimlerin, aşağılık duygusunun hakim olduğu bu aydın kılıklı karanlık tiplerin en sevdiği husus, Türk milletinin hiçbir özelliğinin olmadığı sık sık vurgulamasıdır. Türkler tarihte hiçbir medeniyet kurmamış ve başka medeniyetler üzerinde etkili olmamışlardır, bu zevata göre. Bu zevat hemen Latin alfabesi ismini benimsemiş, kendi kültüründen ve alfabelerinden habersiz olduğu ve  islama düşmanlığından dolayı, arap harflerine de şiddet le karşı çıkmışlardır.

        Herkesin Latin alfabesi dediği, ve ilk olarak Kuman Türklerinin kullandığı bu alfabe  gerçekten Latin alfabesimidir, yoksa eski Türk alfabelerinden , Türkistandan göçler ile getirilip, zaman içinde değişikliğe uğramış bir alfabemidir. Kumanların güzel bir eseri uzun yıllardır elimizde dir. Bu eser kuman tüccarların, avrupanın diğer milletleri ile ticaret yapmaları esnasında onlar ile anlaşabilmeleri için yazılmış bir sözlüktür. Sözlüğün tam ismi ise kodex-kumanikus tur. Bu sözlük bir satırı kumanca, diğer satırı ile Latince yazılmış bir eserdir. Bu eserdeki harfleri, Türklerin ilk yazıları olan runik (tamga) harfleri, Göktürk ve Uygur harfleri ile karşılaştırırsak, aradaki büyük benzerliği göreceğiz. Rusların kullandığı Kiril alfabesinin de temeli, Türkistan menşeili runik, Göktürk ve uygur alfabelerimizdir.

       Bu yazdıklarımı büyük iddia diye niteleyenler olabilir. Fakat dil ile, etimoloji ile biraz ilgilenen herkesin gördüğü bir husus olduğu aşikardır.

      Sayın cumhurbaşkanımızı sevdiğini  söyleyen Ak parti yöneticileri ve belediye başkanlarımıza gelince samimi olduklarını zan etmiyorum. Kişi sevdiği ile beraberdir buyurur dinimiz. Gerçekten zerre miktar sevgileri olsa, onbeş yıldır seslendirdiği hususları dikkate alırlar idi. Sayın cumhurbaşkanımız, her konuşmasında, evlatlarımıza, şehirlerimize, mekanlarımıza ve işyerlerimize, velhasıl her isim kullandığımız yere güzel Türkçemizden başka bir isim verilmemesini istirham etmişlerdir. Hani nerede Tayyip Erdoğan sevgisi. Nerede güzel Türkçemize hassasiyet. Maraşımızda yapılan  apartmanların bir çoğunun isimleri İngilizce veya başka bir dildedir. Yabancı isim ile işyeri açma, apartman ismi vermek için büyük bir yarış vardır sanki. Park ismi ile ilgili olarak acı bir yazı yazmıştım. Belediye başkanlarımızın ve kültür işleri ile ilgili olanların bu yazım ile hiç ilgilenmediklerini görüyorum. Bu yazımda tatlıcı dükkanından, hastahaneye, bakkal dükkanından, evcil hayvan satılan yerlere kadar park isminin kullanıldığını, bu park isminin gerçek sahibinin, park isminin bu kadar geniş bir manaya sahip olduğundan haberinin olmadığını yazmıştım. Hatta yazımı, belediye başkanlığımıza bir teklifim var diyede bitirmiştim. Mega parkta doğan Maraşlı, kent park tan bakkal alışverişini, tatlı parktan tatlısını, evcil parktan hayvanını alır, çocuk parkında oynar ve park isimli aparmanda oturur ve yaşlanır, öldüğü vakitte mezarlığa değil, ebedi parka da defnedilir diye yazmıştım. Bu park ismi hastalığımızın tek çaresi de, mezarlıklar müdürlüğümüzün isminin ebedi park müdürlüğü yapılması ile çözüleceğini düşünüyorum. Veyl halimize.

        Belediye başkanlarımız, inşaatlara ruhsat veren ilgili birimlerimiz, kültür dairesi yetkilileri, il kültür müdürlüğü, il milli eğitim müdürlüğü bu hususlarda ayakta uyumakta ve vazifelerini yapmamaktadırlar. Cumhurbaşkanımız bu yetkili olup uyuyanlara sesleniyor. Neredesiniz, bu isimler inşaatlara verilir iken, bunlara ruhsat alınır iken neredesiniz. Hani reis emr edince silah omuza ölüme koşarız diyen yalancılar. Kendi kültürünü yaşatmak için çabalamayanlar acaba hangi Saikler için ölüme gideceklerini söylerler. Belediyelerimiz ve ilgili kurumlar, ısrarla yabancılaşan bu isimleri sadece seyretmektedirler. Yabancı isimler ile işyeri açınca, daha çok kazanacağını zan eden, kişiliksiz insanlar, mensubu oldukları aziz Türk milletinin yüz karası insanlar olup, aziz dilimize zarar vermektedirler.

          Türkçe dışında, ısrar ile Avrupalı bir dil ile, işyeri açanlara, apartman ve benzeri yerlere yabancı isim verenlere, izin ve ruhsat verenler, bu gidişattan sorumludurlar. Halkın yanlış bir algılar ve ticari kaygular ile, gençlerin özenti ile giriştiği bu yanlış tutumun en büyük sebebi,onları yetiştiren öğretmenler ve yetkili kurumların vazifelerini yapmayanlardır. Bu dil bize anamızdan emanet tir. Bu dili bozmaya, unutturmaya, hafifleştirip, bununda tez yazılamaz diyen sahte profesörlere kadar herkes hainlik içindedir. Hiçbir millet kendi diline bizim kadar zarar vermez ve aşağılamaz. Elin adamı bizden gördüğü kahveye, dili dönmeyin kafe demiş. Aradan geçen yüz yıl sonra bizim insanlarımız bu kelimesi büyük bir matahmış gibi işyerlerinde kullanıyorlar. Kahvehaneler ve güzel kıraathaneler, cafe olmuş. Bakal (doğrusu budur.) lar önce market, sonra mega market olmuş, şimdi ne diyeceklerini şaşırmış halde yeni isim arıyorlar.

Bu hususta yetkili olup, kılını kıpırdatmayan, sadece Karamanlı Mehmet beyin emirnamesinin günü geldiğinde, birkaç kelime mırıldanan ve ondan sonra işine devam edenlerden şikayetçiyim. Bu dünyada da yakalarından tutacağım, öbür alemde de hakkımı arayacağım. Dil demek millet demektir. Her kim dilimizi bozuyor ve  bozanlara engel olmuyor ise, oda aynı şecaati işliyor demektir. Vesselam. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdulbaki GÜNIŞIĞI Arşivi