Mahlasını Kıskanan Adam!

 

Yaklaşık 8 yıl önce gazetede her gün iki yazı birden kaleme alıyordum. Birisi kendi adımla, gündeme ilişkin konuları irdelendiği köşeydi. Bir diğeri ise Cenk Gülen adıyla kaleme aldığım “Bir Delinin Not Defteri” köşesiydi. Adından da anlaşılacağı üzere mizahi yazılar kaleme aldığım yerdi ikinci köşe.

Ancak, “Cenk Gülen”in kim olduğunu bilen sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek kadardı. Gazete çalışanları dahi o yazıları kimin yazdığından habersizdi.

İşte o tarihlerde gazeteye yardımcı eleman alındı. Hatice adındaki kızımız, gazetenin yemek ve çay işlerine bakacaktı. Allah var, onun sayesinde çok leziz yemekler yediğimi, tavşankanı çayları yudumladığımı söylemeliyim.

Ama bir sorun vardı, okumuyordu.

Ne kitap okuduğunu gören vardı, ne de çalıştığı gazetenin sayfalarını karıştırdığını.

İnsan kendi gazetesini okumaz mı, yazarlar ne yazmış diye bakmaz mı?

Bakmazdı…

Bir gün çayımı getirdiğinde yeni bir okuyucu kazanma adına köşemi okuyup okumadığını sordum.

Amacım, yüzüme karşı nasılsa “senin yazılarını okumuyorum” demeyeceği için, o sayede hem benim köşemi, hem başka köşeleri, yani aslında gazeteyi okuyacaktı.

Kendinden emin bir şekilde ne cevap vereceğini bildiğimden, onun ağzından bildiklerimin dökülmesini bekliyordum.

Çok bekledim tabii…

Hatta aklıma gelmeyen başıma geldi.

-Ben senin köşeni okumam, dedi, bozuldum tabii…

Yani o kadar mı kötü yazıyordum, bakılacak gibi de değil miydi?

Soracağım ama bu defa korkmaya başladım.

Hani her gün emek veriyorsun, yılların birikimini köşene aktarıp, okuyucuları aydınlatmaya çalışıyorsun.

Şimdi bizim ki boş bir çaba mıydı?

Alçak gönüllülük yapmak en iyisiydi.

Böylece başkasını okuyup okumadığını da öğrenmiş olacaktım.

-Sen de benim köşeyi okumayıver canım, başka yazar mı yok, dedim.

-Yok, dedi, ben başkasının yazısını da okumam, sadece Cenk Gülen’in yazısını okuyorum, tam benlik, demez mi?

Neyse yırtmıştık ama “onu da ben yazıyorum” diyemedim.

Ne gazetenin sahibini, ne genel yayın yönetmenini, ne de diğer yazar arkadaşların yazdıklarından tek kelime okumadığını, sadece “bizim deli” dediği Cenk Gülen’in yazılarını okuduğunu söyledi.

Beni aldı mı bir kıskançlık(!).

Mahlasını kıskanan adam oldum çıktım.

Sonraları bu sözü başkalarından da çokça duyunca benim kıskançlık artmaya başladı.

Öldüreceğim(!) adamı ama daha kitabı çıkmadan öldürmek de işime gelmiyor.

Derken kitap “Emmi Hortumu Taksana!” adıyla çıktı, imza günü yaptık.

Hiç kimse tanımadığı için de “vekâleten” kitapları ben imzaladım. Ama artık sezilmeye başlanmıştı.

Kitap çıktıktan sonra şöhretini kıskanmaya başladım.

Ve sonunda yavaş yavaş “O’nun ben olduğunu” açıkladım.

Amacım Cenk Gülen’i öldürmekti.

Bir daha yazmak istemiyordum.

Mizahsa kendi adımla yazardım, hayali bir ismi şöhret etmenin(!) ne âlemi vardı. Hoş şöhret olma derdim yoktu ama emeğimi, hayali bir kahraman sömürdükçe sömürüyordu.

Sonunda Cenk Gülen yazılarına ara verdim, yeni isimler bulmam lazımdı. Bir iki deneme de “mahlasımın üslubunu” iyice özümsemiş olmamdan kaynaklanıyor olmalı ki, haz alamadım ve tümden vazgeçtim.

Son zamanlarda arada bir hikâyeler yazmam, bu kıskançlığın nüksetmesinden(!) kaynaklı.

Çünkü severek yazdığım, haz aldığım, içine coşku kattığım yazılar da mizahi hikâyelerdir.

Ve bu aralar yeni bir mizah kitabı hazırlığı içerisindeyim.

Günümün büyük bir bölümünü kitaba ayırdığımdan, köşemde siyasi gündemin dışında kalmaya başladı, farkındayım.

İşin doğrusu, yazı yazmaya ilk başladığım günden bu yana “sevmeyerek” yazdığım konu da ne yazık ki, her gün uğraştığım siyasi gündemdi.

Hayatın bir parçası olan siyasetten kopmak, takip etmemek, analizde bulunmamak mümkün değil.

İnsanlar her zaman sevdiği işi yapmaz.

Ben yazıyı severek, siyaseti sevmeyerek yazanlardanım.

Ve ben mizahla süslediğim hikâyelerimi özleyerek zamanımı öldürmek de istemiyorum.

Bu nedenle arada bir mizahi hikâyeleri paylaşacağım, sırf “mahlasını kıskanan adam” olduğumdan değil, bunu çok severek yaptığımdandır.

Lütfen bunu gördüğünüz yerde Cenk Gülen’e de söyleyin, alınmasın garibim!

Twitimden seçmeler

Afyonkarahisar’da 25 asker, bir hiç uğruna hayatını kaybetti. Olayın sebebiyle ilgili yapılan bütün açıklamalar ise 25 kuruştan daha değersiz!

www.twitter.com/naifkarabatak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi