Mini Eteğin Dayanılmaz Cazibesi

 

Yıl; 1980, 12 Eylül darbesinin hemen ertesi. Yer; Adıyaman. Sıkıyönetim Komutanı ilde faaliyet gösteren bütün berberler toplantıya çağırılmış. Pardon “çağırma” bölümü o döneme ruhuna ters olacağından biraz şık düşmedi, “zorla getirilmiş.”

İşi tıraş etmekten öteye gitmeyen berberler, apar topar getirilerek tıkıldıkları salonda komutanın gelmesini korkuyla bekliyor.

Biraz sonra zalimliğiyle ün salacak, namı ileride duyulacak olan “Karabela” lakaplı komutan gelecek. Öyle bir bela salacak ki kentin başına, insanlar, insan olmaktan utanır hale gelecek. Öyle zalimlikler yapacak, insanları öyle aşağılayacak, işkencenin her türünü öylesine uygulayacak ki, “pis” işler denildiğinde akla ilk o gelecek…

Komutan toplantı salonuna girene dek kış mevsiminin soğukluğuna rağmen ter döken berberler, “ne olacaksa şimdi olsun” demekten geri kalmıyorlardı.

Nihayet komutan geldi…

Berberlere hitaben konuşma yaptı ama sanki hakaret eder gibi, döver gibi, söver gibi.

Nasıl davranmaları gerektiğini, nasıl giyinmeleri gerektiğini, müşteriye karşı nasıl muamele edeceklerini falan filan geçtikten sonra “asıl konuya geleyim” dediğinde berberler içlerinden “eyvah” dedi.

Aslında ortada trajikomik bir olay vardı, sahneye konan oyun “aklı başında” hiç kimsenin kabul edemeyeceği kadar saçmalıklarla doluydu.

Komutan devam etti; saçlar alabros kesilecek ya da subay tıraşı yapılacak. Memlekette uzun saç görürsem suçlusu siz olursunuz…

Sonra” diye kükredi.

Bıyık kesimini çizilmiş şekilde anlattı. Dudak üstünde olacak, üstlerden alınmayacak, “doğal bıyık” dışına çıkılmayacak.

Ve herkesin mutlaka sakalının kesilmesi istendi.

***

İşte o günlerden kalan “kıyafet dayatması” bugünlere kadar geldi.

Bugün açın kıyafet yönetmenliğini, halkın başına bela olan o adamın tarifinden farksızdır. Saçların nasıl kesileceğini, bıyığın nasıl olacağını ve ek olarak da kıyafetlerin neredeyse rengine, bedenine kadar detaylandıracak kadar komiktir.

Kadınlarda da böyle elbet…

Ne giyineceklerini, giyindiklerini ne kadar uzatıp, ne kadar kısaltacaklarını detaylı şekilde anlatmışlar, hiçbir ayrıntıyı atlamamaya özen göstermişler.

Bu o kadar içimize işlemiş ki, farklısını düşünemeyecek bir millet olmuşuz. Bugün “sakallı memur” dendiğinde “olmazzzz” diye karşı çıkacakların esas dayandığı nokta, bilinçaltına yerleşen o korkunun yansımasıdır. Aynı şekilde “başörtülü memur” diye bir hak talebinde bulunduğumuzda da insanlar edinilmiş çaresizliklerinden kaynaklanan doğal bir tepki gösterebiliyorlar. Onlara göre hâkimin başı açıktır, avukat açık olmalıdır, hemşire kep takmalıdır, polisin şapkası olmalıdır.

Oysa hayatın her alanında “seçme” hakkının olduğunu haykırdığımız insanların, “ne giyineceğini” veya “nasıl giyineceğini” seçme hakkının olamayacağına inanarak, robot gibi tek tip insan yığını oluşturulmasını kabul eder hale gelmişiz.

Sırf bu nedenle “anadilde eğitim” dediğimizde de aynı bilinçaltına yerleşen “yasaklayıcı” tavrı benimsemekten geri durmuyoruz.

Bu defa farklı mı ne?

İlk kez Memursen’in öncülüğünde yüzlerce sivil toplum kuruluşu bir araya geldi.

Özgürlük için 10 milyon imza toplamaya kararlı şekilde adım attı.

Ama.. aması ise her özgürlüğe aynı şekilde yaklaşamamamız.

Başkasının doğrularını veya savunduğu değerlerin bize uyup uymadığını elekten geçirdikten sonra karşı çıkmamızdır.

Doğrusu yaklaşık bir haftadır başlatılan ve hız kesmeden süren “Özgürlük için 10 milyon imza” kampanyası, mini etek için olsaydı nasıl kabul görür veya nasıl tepki çeker diye çok düşündüm.

Sonuçta, mini etek, kadınların bir bölümünün tercih ettiği, bir bölümünün ise giyinmeyi asla düşünmediği bir giyecek.

Bir karış bez parçasından ibaret ama giyene göre önemi olan, bakana göreyse cazibesi olduğuna inanılan alt giysisi…

Sonuçta bir giysi, tıpkı tayyör gibi, ceket gibi, şapka gibi, fular gibi, belki de başörtüsü gibi…

İlk kez sağdan ve soldan, başörtüsü hassasiyeti olan veya pek de önemsemeyenler bir araya gelerek imza atmaya, meydanlara çıkmaya, haykırmaya başladılar; kıyafet dayatmasına son diyerek…

Çok güzel bir adım, çok güzel bir çaba.

Ama bu hayatın her alanına yayılmalı.

Özgürlük için tüm dayatmalara karşı durulmalı.

Bizim için “önemsiz” olan, bir anlam ifade etmeyen konularda, anlam ifade edenlerle birlikte mücadele edilebilmeli.

O zaman bu ülkede terör de olmaz, “hak” gaspında bulunan kara belalar da…

Herkes farklılıklarıyla birlikte ülkesinde yaşamanın hazzına varır.

Devletin, dayatmanın merkezi değil, özgürlüklerin teminatı haline geldiğini görebiliriz.

Eğer başkasının değerlerine sahiplenmeden, sadece kendi değerleri için mücadele edilmeye devam edilirse, her iki kesimde de sürekli aykırı sesler yükselmeye devam edecektir.

Bu defa farklı olsun, bir imzayla özgürlüğe adım atma şansı kaçırılmasın ve unutulmamalı ki, cazibe, kıyafete değil, insana olduğu zaman bir anlam ifade edecektir.

Twitimden seçmeler

Sadece bir kez “gıcık” olduğumuzu sandığımız kişinin ne demek istediğini dinlesek, belki de sadece dinlemediğimiz için gıcık olduğunu anlayabiliriz.

www.naifkarabatak.net

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi