Nasıl da Amerikancı olduk!

 

Bugün değil, dün de Amerikancıydık. Amerikancı olmak, Rusya’dan yana olmaktan her zaman daha iyiydi. Amerika, bazen ehven-i şerdi, bazen “sağcı”ydı, bazen de TommiksTeksas kitaplarından, hayatımızı sarıp sarmalayan Amerika’nın kahramanlık dolu filmlerinden esinlenerek “Milliyetçilikti” Amerikancı olmak.

1980 öncesinde “renksiz” diye suçlanan kesimdi Amerikancılar…

Milli Görüş, yüzünü Ortadoğu’ya çevirmiş, sol cenahın önemli bir bölümü Rusya’dan himmet bekler olmuştu.

Bir kesime göre Amerikancı olmak, olmazsa olmazlardandı ve çok cici bir şeydi.

Bir kesim için utanç vesilesi sayılırdı Amerikancı olmak.

Dünyanın jandarmasının boyunduruğuna girmekti, manda olmaktı, köle durumuna düşmekti, alil ve zelil bir durumdu anlayacağınız.

Onlara göre Rusya, Komünist ve Sosyalist yapısıyla tüm insanlara eşit yönetim ve ekonomi sunuyordu. Her şey devletindi, mal sahibi olmak biraz sıkıyordu ama olsun “yalancı bir cennet” sunumunda çok başarılıları vardı.

Amerika ise kapitalist bir devletti.

Hayata maddi gözle bakıyor, insanların manevi yönünü düşünmüyordu.

Dünyanın iki süper gücü vardı, birisi Komünist olunca, diğeri otomatikman sağcı durumuna düşüyordu.

O zaman sağ cenahın Amerikancı olup, Amerika rüyası görmesinden doğalı olamazdı ve öyle oldu.

İslamcı kesimle Komünist kesimin sert suçlamalarına karşın kendilerini “ortayol”da görenler, Amerika’ya daha sıcaktı.

Aslında bu görünen yüzüydü.

Çocukluğumuzda okumaya doyamadığımız, sersinin devamını beklediğimiz Tommiks, Teksas ve Zagor gibi “Memleketini ve milletini seven” kahramanlarınne kadar “asil” olduklarını görüp, ruhumuza milliyetçilik tohumları serperek büyüyorduk.

Sonra tek kanallı televizyonun hayatımıza girmesiyle JR’ye kızıp, Lucy (Lusi)’e âşıkolanlardandık. Cebimiz boştu ama petrol kralı gibi bir hayalle büyüyor, yaşantımızı onların tavırlarına göre belirliyorduk.

Zaten şekilci olan bir ülkede yaşıyorduk, dışımız cilalı, içimiz vayvaylıydı…

Sonra bütün bunların “ne kadar doğru” olduğunu siyahi bir başkanla tanışınca öğrendik.

Obama, Bush’un aptallıklarını yapmadığı gibi İslam ülkelerine demokrasi götürmek için askerini de salıp, kutsal değerleri çiğnetmiyor, insanlığı ayaklar altına almıyordu.

Kenyalı bir babanın Havaii’de doğan çocuğuydu Barack Obama. Üstelik adında bizim Hüseyin diye okuyacağımız bir ismi de vardı.

Müslüman bir ailenin Amerikalı çocuğuydu.

Hayat hikâyesini imrenerek okumuş/izlemiştik.

Beyaz Saray’a tırmanana kadar geçen yaşam süresi, hepimizi duygulandırmıştı. Hatta o kadar inançlı olduğuna kanaat getirmiştik ki, parmağındaki yüzükte ne yazdığını günlerce konuşur, camiye girdiğindeki huşusunu tartışıyorduk, huşuyla…

Ramazan ayındaki iftar davetleri, bayram ve kandillerdeki mesajlarıyla kendimizden geçiyor, dünyanın Müslümanların eline geçtiğini, artık Müslümanların mazlum ve mağduru oynamayacağı hülyalarına kapılıyorduk.

Önceki gece sabaha kadar Barack Obama’nın ikinci kez seçilmesi için dualar eden de vardı, hatimler indirende…

Biz nasıl böyle olduk?

İki ülkeden birisini tercih etmek zorundaydık.

Ya Amerika hülyası kuracak, ya Rusya’nın rüyasıyla uyanacaktık.

Ortadoğu’ya bakanlar içinse her zaman cevabımız vardı; Araplar bizi hep arkadan vurdu.

Ermeniler zaten düşmandı, Yahudiler lanetliydi, bize kalansa iki ülkeden birisinin yanında olmaktı.

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’ni tarumar edeli çok olmuş ama yine de Rusya’nın yanında yer alanlarımız çoktu.

Bir ara farklı sevdalara kapılıp, Türki Cumhuriyetleriyle yeni bir Ergenekon çıkışı yakalayacağını umanların başlattığı Musul Kerkük hayalleri de böyle başladı. (Ama Ergenekon’u terör örgütü olarak kucağımızda bulduk.)

Ama sonra ABD’nin seçimlerine karşı olan ilgimiz, bilinçaltımızı da ortaya çıkardı.

Aslında hepimiz Amerikancıydık.

Ne kadar suçlasak da, ne kadar karşı koysak da, ne kadar inkara yönelsek de, Amerika, bizim için halen “bir numara”ydı ve biz “sağda” yer aldığına inanarak ondan yana tavır koymayı biliyorduk.

Avrupa’yı bile bu yüzden dışlıyor, AB’ye girmeyi kendimize zül sayıyorduk.

Kısaca açık da olsa, gizli de olsa aramızda hatırı çok ama çok sayılır bir Amerikancı kitle vardı ve hepsi önceki gece sabaha doğru Barack Hüssein Obama ile bir kez daha mutlu oldu.

Ne günlere kaldık Allah’ım…

Twitimden seçmeler

“Basın özgürlüğü yok, sansür var” diye cıyak cıyak bağıran basın bilmeli ki, özgürlüğün önünde engel olan, bizzat yaygın basının kendisidir.

www.twitter.com/naifkarabatk

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Naif Karabatak Arşivi