Pandora’nın kutusunda yaşamak!

Milli Güvenlik Kurulu'nun 28 Şubat 1997 tarihli toplantı tutanakları dün açıklandı ve Pandora’nın kutusu da açılmış oldu. Toplantı tutanaklarını mahkeme heyeti inceleyecek ve o döneme dair dikkat çekici ipuçlarına ve çağdışı bir bakış açısına sahip olacaklar.

Çağdışı bakış açısıyla ilgilenmeye niyetim yok.

Zira o ve ondan önceki dönemlerde bazı üst düzey askerlerin din alerjisini ve dinsizlik sevdasını iyi bilirim.

Kendi tezgâhladıkları oyunlara “irtica” diye suçlama yapmaları komikti çünkü…

Kur’an kursları, Şeriat isteyen dinci yapılanmalar, Tarikatlar, İmam Hatipler, Namazlar, Kur’anlar, Başörtüleri…

Bütün bunlar MGK’nın darbeci üyelerinin paranoyası…

Dıştan bakıldığında hepsinin şizofreni olduğunu sanabilirsiniz.

Ama değil…

Hepsi tastamam sağlıklılar.

Niyetlerini başka türlü gizleyemedikleri için gördükleri halüsinasyonlarla iktidar üyelerini aldatmaya, zora sokmaya, baskı altına almaya çabalıyorlardı, hepsi bu.

Doğrusu, 28 Şubat’a gerekçe gösterilen bütün maddeler saçmalıktı ve hiç birisi gerçeği yansıtmıyordu. Bir tanesinin bile tutar dalı yoktu.

Sahneye konulan tiyatro da çok kötüydü, oyuncuları da…

Bu nedenle 28 Şubat’ın “irtica”sının asıl irtica olduğunu, yobaz bir bakış açısıyla bakıldığını, çağdışı bir anlayışın ürünü olduğunu iyi biliyorum.

Ama bir yaşam tarzı dikkat çekici…

Üzerinde durmakta fayda var.

Söz konusu tutanakta, “Türkiye’de laikliğin sadece rejimin değil, aynı zamanda demokrasinin ve toplum huzurunun da teminatı ve bir yaşam tarzı olduğu” anlatılıyordu.

En azından bu cümle, yaşam tarzının ne olduğunu anlamadıklarını gösteriyordu.

Herhangi birisinin bu düşünce yapısında olanların yaşam tarzına müdahalesi söz konusu olmadığı gibi, yaşam tarzını sürdürmesi için de bir çaba harcayamazdı.

Çünkü ortada bir yaşam tarzı yoktu, bir düşmanlık vardı, bir kin, bir nefret, bir önyargı hâkimdi.

Keskin sirke küpüne zarardı ama bunların keskinliğinin zararını bütün ülke çekiyordu.

İnsanlar hayali bir suçlamayla işinden, ekmeğinden, onurundan, şerefinden ediliyorlardı.

Ama onlar bundan bir yüksünme duymuyorlardı.

Üstelik de hayata geçirilmesi mümkün olmayan bir yaşam tarzından bahsediyorlardı.

Bir dayatmaydı bu…

Laikliğin, sadece rejimin teminatı olmadığını söylüyorlardı.

Bir yaşam tarzı olduğunda ısrarlılardı çünkü.

O zaman bu yaşam tarzına herkes sahip olmalıydı.

Dini önemli değildi.

İnancının, mezhebinin, meşrebinin bir önemi yoktu.

Kimliği, kişiliği, dili, rengi de bir anlam ifade etmiyordu.

Çocuk, genç, yaşlı olması da bir şey değiştirmiyordu.

Sosyal statüsünün, zenginliğinin, fakirliğinin, sürüm sürüm sürünmesinin bile önemi yoktu.

Herkes laikliği bir yaşam biçimi olarak algılamalı, bu tarzı hayatına uygulamalıydı.

Nasıl uygulayacağının önemi yoktu, uygulamalıydı.

Deli gibi ortalığa düşmeliydi belki…

Ben laikim, ben laikim, ben laikim” tekerlemesini söylemeli, sonunda da “ben layığım, ben layığım” diyerek, akıl sağlığı yerinde olmayan yöneticilerin nasıl bir dayatmada bulunduklarını anlamalıydı.

İnsanlar laik olmazdı ama bunlar, yaşam tarzının bile laik olacağını söylüyordu.

Nasıl olacaktı bu?

Yanıtı olamazdı, çünkü böyle bir şey mümkün değildi.

Aslında her şey açıktı…

Onların dayattığı laiklik değildi.

O Demokles’in kılıcıydı ve sallayıp duruyorlardı.

Asıl olan, insanları zapturapt altına almaktı.

İnançsız bir toplum özlemiydi.

Baskı kurmaktı, korku salmaktı ve sürekli gölge olup, takip etmekti.

Böylece herkes inandığını söyleyemeyecek ve yaşayamayacaktı.

Anadiliyle bir telaffuzu söz konusu olamayacaktı.

Ezgilerini bile kendi diliyle seslendiremeyecekti.

İbadetini yapamayacak, kültürünü sürdüremeyecek, geleneklerinden kopacaktı.

Komutla kalkacak, komutla oturduğu yere oturacaktı.

Özgürlük yoktu bu yaşam tarzında.

Fikirleri ifade yok, farklı düşüncelere müsamaha asla yoktu.

Yaşam tarzı dedikleri, devletin baskısıydı, halkın özgürce yaşaması değildi.

Belki de bugün açılan Pandora’nın kutusu, onlar için yaşam alanıydı.

Halka reva gördükleri bir yaşam alanı…

Onun içine koca bir milleti sıkıştıracaklar ve çok güzel yöneteceklerdi…

Pandora’nın kutusu, aslında bir zorbalığın deşifresiydi, bir yaşam tarzına dönüştürülmek istenen daracık bir alandı, hepsi bu!

Tweetimden seçmeler

Ortada bir sebep bile yokken ülke gündemine oturan her kavga, planlıdır, uzaktan kumanda edeni vardır, kirli planın parçasıdır.

www.naifkarabatak.net

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi