Sizin Köyde Mesajları Kim Okur?

Belki ilk bakışta “yorgan gitti, kavga bitti” denilecek şekilde başbakanın yurtdışı seyahatiyle birlikte “hatadan dönme” konusunda önemli mesajlar verildi. Ama böyle değildi tabi. Önce mesajdan başlamıştı her şey…

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Gezi Parkından başlayıp, özellikle birkaç büyükşehirde “şiddete” dönüşen, hatta “terör” estirilen olaylarla ilgili “mesaj alınmıştır” diyerek eylemlerin kesilmesini istemesi, “hangi mesaj alınmıştır?” sorusunu da beraberinde getirdi.

Hayatım boyunca barış ve kardeşlikten yana olduğum için olayın, “tatlıya” bağlanıyor olmasından dolayı çok mutlu ve huzurlu olduğumu söylemeliyim. Devlet adamlığı kargaşayı sürdürecek adımlar atmak değil, onu nihayetlendirecek her yolu denemeye kalkışmaktır. Bu bazen “baldıran zehri” içmeye neden olsa da…

Ama” diyerek eleştireceklerim var, onu yazının sonuna saklıyorum…

***

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın şiddeti artan eylemlerde bile “yapacağız, edeceğiz, onlara mı soracağız” türü çıkışlarının tansiyonu düşürmesini kimse beklemiyordu, nitekim düşen bir tansiyon olmadı, yaralanarak yere düşenlerin sayısı arttı o kadar.

Başbakanın yurtdışı gezisini iptal etmeyerek uçmasıyla yerine Bülent Arınç vekâlet etti. Ve daha Başbakan havadayken, cumhurbaşkanının “görüşme” daveti söz konusu oldu. Aslında bu davet, “beklenen mesajın” verileceğini gösteriyordu. Buna rağmen de şiddet durmadı, yakıp yıkmalar sürdü, polisle çatışma devam etti, polisin şiddetli güç kullanması hafiflemedi.

Dün sabah Bülent Arınç iki görüşme yaptı. Birisi cumhurbaşkanıyla, bir diğeri Gezi Parkta kepçenin önüne çıkan BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’le…

Arınç, cumhurbaşkanıyla görüşmesinden sonra hep tartışılan “o ilk gün müdahalesi” için vatandaşlardan özür diledi. Bu önemliydi. Yasal protestolarını, hiçbir taşkınlığa meydan vermeden yapan insanlara biber gazı sıkmanın ne alemi var?

Arınç’ın özür dilemediği kesimse “Sokaklarda tahribat yapanlar, sokaklarda insanların özgürlüklerine engel olmaya çalışanlar”dı.

Dün süren yoğun trafik sonrası açıklama yapan Önder de, “şimdi şenlik zamanı” diyerek olayların sonlandırmasını istedi. Kuru kuruya değil elbet.

Hükümet, “ben istedim yaparım” inadından vazgeçmişti. Sadece hükümet değil, birçok seçilmiş veya atanmış kurum, “halkın yaşamını tümden değiştirecek” çok önemli kararlarda, projelerde, parklarda, çevre düzenlemelerinde, kavşaklarda “ben böyle istiyorum” deme hakkına sahip değildir. Halkı işin içine katmak gerekir. Elbette bütün halkı değil, konuyla alakalı sivil toplum kuruluşlarının desteği, bir şekilde halkın desteğidir.

8 gün süren şiddet eylemlerinin sonlandırılması, Türkiye üzerinde oynanan oyunların da bozulması demekti. CHP’nin de bir kez daha “iktidara götürecek bir nemalanma” hayali suya düşmüştü.

***

Gelelim şu mesajda eleştireceğim bölüme…

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün aldığı mesaj “Biz çoğunluğuz, dilediğimizi yaparız” tavrından vazgeçilmesiydi.

Burası güzel elbet…

Ama siz mesajları böyle mi okuyorsunuz?

Ya da farklı şekilde sorayım; Sizin okumanız gereken mesajların iletim şekli böyle mi olmalı?

Olmamalı elbet…

Ama bunun için AK Partinin uzun süredir gücün getirdiği kibirden de uzak durması gerekiyor. Bu sadece hükümette değil, yerel yönetimlerde de böyle. Bugüne dek yolsuzluğun ayyuka çıktığı belediyelere soruşturma vermezken, muhalif belediyelere hiç acımaması “Adalet” kavramıyla çelişiyor.

Doğrusu bu mesajı herkes ancak böyle okur.

Ama mesajın iletim şekli yanlıştır.

Eğer siz “mesaj alınmıştır” derseniz, bundan böyle iletilecek her mesaj, aynı yolla gelecektir. Zira siz ancak böyle okuyabiliyorsunuz!

Bir emekli, maaşını beğenmediğinde sokakları savaş alanına çevirecek, bir memur hak istediğinde aynısı olacak, bir işçi gasp edilen sosyal hakları için hiç suçu olmayan insanların dükkânını yağma edecek. Veya her hangi bir vatandaş, farklı bir talebi için eline aldığı taşları sağa sola atacak.

Belki de yaşam şeklini değiştirecek bir yasa için sokağa çıkıp başörtülülere saldıracak, camiye ayakkabıyla girip, içeride içki içecek.

Ve siz mesajı almış olacaksınız.

Niye, sizin köyde mesajları kim okuyor?

Halkın mesajını doğrudan okuma şansınız yok mu, bunun farklı yollarını denemeye kalkışamıyor musunuz?

İsabet buyurdunuz efendim” diyenden başka aynanız olacaklar nerede?

Sizin teşkilatlarınız ne diye var, sizin vekilleriniz ne iş yapar, sizin belediye başkanlarınız, meclis üyeleriniz, teşkilatlardan sorumlu olanlarınızın görevi ne?

Halkın nabzını tutmak değil mi?

Ama tutamıyorsunuz veya tutuyorsunuz da umursamıyorsunuz?

İstanbul’da Gezi Parkının düzenlemesini istemeyenlere milyarlık yatırımı “illa yapacağım” diyorsunuz ama Adıyaman’da Çakal Köprüsünü yapacak bir güce sahip olamıyorsunuz.

Bu ülke İstanbul’dan mı ibaret?

Sizin yapmadığınız köprü nedeniyle 10 günde hayatını kaybeden 17 çocuk, kadın ve genç insana yazık değil mi?

İstanbul’a üçüncü köprüyü yapıyorsunuz ama Adıyaman’a “otogar yapacak” bir güce henüz erişmemiş oluyorsunuz. Bu ne yaman çelişki böyle…

Eğer sizin aldığınız mesajın iletim şekli böyleyse yurdun dört bir yanında “yoksunlukları” bu yolla anlatmaya başlayalım.

Ama bizim köyde mesajlar böyle okunmaz…

Hani Dicle’nin kenarında bir koyunu kurt kapsa da…

Gerisini biliyorsunuz zaten…

Twitimden seçmeler

Kiminle yürüdüğünüzü anladığınızda, gittiğiniz yolun doğru mu yanlış mı olduğunu öğrenme şansına kavuşabilirsiniz.

www.naifkarabatak.net

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi