Ağanın derdi çekiliyor da…

Yazının başlığına aldığım sözün devamını sanırım bilmeyen yok. Bu sözü bir teşbih olarak ele alırsak, “ağa devlet, “azap” ise çalışanlar veya daha doğru bir anlatımla “bürokratlar” olur.

Eğer bu sözü adalet sistemine uyarladığımızda ise “ağa”yı kanun, düzen, devlet, hükümet olarak algılayabilir, azabı ise “hukuku uygulama konumunda olan herkes” olarak tarif edebiliriz.

Oysa eskiden böyle değildi…

Ceberut devletin zulmünü, vicdanlı yargı mensupları azaltmak için didinir dururdu.

Şimdi ise tersine döndü…

Devlet, olabildiğince “milletin hizmetinde” konumuna çekilmeye çalışılıyor.

Devletin, insan için var olduğu anlayışı yerleşiyor.

İnsanların devletin kölesi olmadığı, daha iyi yaşaması, daha güvende olması, daha huzurlu bir ömür tüketmesi adına devletin “koruyucu, kollayıcı” değil, “gözetici” ve “sorun çözücü” bir makam olması gerektiği anlayışı, yenilenen yasalarla, değişen yönetmenliklerle, çöpe atılan ve yenisiyle değiştirilen genelgelerle kendisini gösteriyor…

Daha alınacak çok yol olsa da, “niyet”in, bu yönde olması, daha iyilerinin geleceği, değişimin daha kalıcı şekle büründürüleceği inancı yerleşiyor.

Her değişime direnen olduğu gibi yargının “adil” olmasına direnenler de var.

Kim olursa olsun; savcı, hâkim, polis, asker ve tüm çalışanlar, yasaların kendilerine tanıdığı ayrıcalıkla görevlerini yerine getirirler.

Hiçbir çalışanın “yasa çiğneme” diye görevleri olmaz/olamaz!

Ama bizde oluyor.Olması gerektiğine inananların direnişiyle karşılaşıyoruz.

Sadece yardım tırlarının durdurulup, aranması bile bunun için yeterli sebep.

Henüz aramadıkları halde içinde “mühimmat” olduğunu söyleyecek kadar “kalp gözü” gelişmiş savcılarımız var ya olsun…

Velev ki mühimmat var…

Velev ki Suriye’de “orantısız” bir savaşta patır patır ölen insanlarımız var…

Ve devlet, bu insanlara destek oluyor…

Bunun derdi, (bazı)savcıları germemeli…

Çünkü “gerilme” gibi yasada bir görevleri yok.

MİT’e ait araçları, hiçbir savcı inceleyemez, kontrol edemez, bir köşeye çekip, “içinde ne var, bir bakayım” diyemez…

İlla da bir şüphesi varsa “başbakanlıktan izinalmak” zorunda…

Bir yargı mensubu “hükümeti düşürme” operasyonunun içinde olamaz. Olursa “suç” işlemiş olur ve onu yargılayacak makam, yine kendisinin tabii olduğu adalet mekanizmasıdır.

Biz çok şeyi tersine çevirmişiz…

Hükümet düşürmeyi, “yolsuzluk” kılıfıyla yapabileceğimizi sanıyoruz…

Devleti, “teröre destek veren” konumuna düşürerek, dış itibarı yerlerde süründürmeyi, hatta Irak’a, Libya’ya “müdahale hakkıdoğurangerekçeleri”, kendi ülkemize üretecek kadar gözü dönmüş hainleri içimizde barındırabiliyoruz.

Yarın Amerika, Türkiye’ye savaş açtığında, nerede duracaklarını şimdiden belirleyen bir kesim var.

Ve bunlar “koynumuzda beslenen yılan”dan daha kötü ve daha aşağılıktır…

Sadece tersine çevirdiğimiz bu değil…

Atasözlerini, deyimleri de tersine çeviren bir millet olduk.

O kadar özlü sözü yaşam tecrübesi olarak terennüm eden büyüklerimiz, bugün o sözlerin sahibi değilmişçesine, aksi hareketimizi görseler yüzlerini nasıl ekşitirlerdi bilemiyorum…

Zulüm ile abad olanın ahiri berbat olur.

Adalet ile zulüm bir yerde durmaz.

Adalet olmayınca bir yerde, insan düşer o yerde her derde.

Bütün bunları bilmek, adil davranmak için yeterli değil.

Hukuk okumak, yıllarca kürsüde kararlar almak da, “adil” olmak için yeterli değil.

Koca koca mahkemeleri yönetmek, koca koca davalara bakmak, adil olmanın tek sebebi değildir.

Bir insan önce yüreğinde adil olmalıdır, düşüncesiyle buna inanmalıdır, davranışlarıyla bunu ortaya koymalıdır ve hiç kimseden emir alma konumuna düşmeden, yasaların kendine tanıdığı hakları, en sonuna kadar kullanarak, “özgür” olduğunu, tarafsız kaldığını ve vicdanı elden bırakmadığını gösterebilmelidir.

Herkese kuşkuyla bakan, paranoya geliştirenlerden bahsetmiyorum…

Emirleri, yasa ve amirlerinden değil, başka başka odaklardan alanlardan bahsediyorum.

Yoksa “dürüst” olduklarını söylemelerini umursamıyorum bile…

Dubai’de “rüşvet parasıyla” tatile gidenlerin, “aga” plakasıyla caka satanların, suç şebekeleriyle kol kola gezenlerin dürüstlük taslamaya hakkı olamaz.

Sürekli başkalarında kusur arayanların ortak özelliği, kusursuz olmaları değil, kendilerini “kusursuz” sanacak kadar, kendilerine yabancı olmalarıdır.

Bu açıdan bakınca Türkiye’de “kokan” devlet değil, yargıdır!

Ne ilginçtir ki, bu ülkede asıl kokan devletti, şimdi “çürümeyi sürdüreceğiz” diyenlerin direnişi var.

Balık koktuğunda tuzlamak gerekiyor.

Hayvanların derisi kokmasın diye de tuz serpiştirmek icap ediyor.

Ama ya tuz kokarsa ne yapacağız?

O zaman ya tuzu tümden değiştireceksin ya da önceden önlem alacak,, tuzu kokutmayacaksın…

Birkaç habbe pirinç getirin, tuzluğa koyacağım, kokmasın diye…

Yoksa ağanın derdi çekiliyor, bazı azapların ki hiç ama hiç çekilmiyor!

Tweetimden seçmeler

İnsanların iradesini ipotek altına almak isteyenlerin A,B,C planları olabilir, karşı ataklar da olabilir ama Allah’ın da planını unutmayın!

www.naifkarabatak.net

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi