Anıların Heybeme Sığmaz, Biliyorum

“Şu geçeni durdursam çekip de eteğinden, soruversem, haberin var mı öleceğinden!” (Necip Fazıl)

Bu dünyadan gidenler ve bu kentten göçenlerin beraberinde neler götürdüğünü hep merak ederim.

Gidecek olsam nelerimi götürürdüm mesela…

Öte âlemlere göç etsek, iki metre bezden başka bir şey götüremeyeceğimiz kesin, o da yine bu dünyanın sınırlarında, mezarın tam dibinde muhafaza etmek şartıyla…

Ama bu kenti terk edenler neler götürüyor, asıl merak ettiğim bu…

Dünyalıklardan bahsetmiyorum; malda, mülkte, makamda, mevkide gözüm hiç olmadı.

Gelip geçici şeylere, kalıcı değerleri feda etmeyi hiç istemedim, hiç haz etmedim, hiç hayalini bile kurmadım.

Ama bu kentin her sokağında, her caddesinde, her mahallesinde, her kuytu köşesinde anılarım var.

Para etmeyen, pul etmeyen, makam ve mevkie sığdırılamayacak kadar değerli olanlar…

Alsan alınmaz, satsan satılmaz, bir kenara atsan da olmazlardan…

Bazen küllenen, bazen en derin yerlerde saklanan ve bazen de hiç ummadığın anda karşına çıkan, seni senden alıp, bir başka âleme götürenlerden söz ediyorum.

Silgi kokan sıralardan, tebeşir kokan tahtalardan, küf kokan çantalardan…

Çamurdan, ayağımıza takılan taşlardan, bizi göğe yaklaştıran ağaçlardan…

Bazen bir simit kokusu, bazen bir buğday tanesi, bazen ağzımızda eriyip giden kar tanesi…

Küçük, minik, minnacık ama anısı olan, bizi buradan alıp, oralara götürenlerden…

Anılar, anılar, bizi bizden alan anılar…

Belli belirsiz simalar, saçı örgülü kızlar, yüzü kirli çocuklar, dizi yırtık arkadaşlar…

Sınıfta otorite kuran öğretmen, bahçede eşkıyalık yapan öğrenciye kadar hepsi ama hepsi…

Hangisini alacağım, kamyonun kasasına atacağım anılar hangisi, sandıklara sakladıklarım da gelecek mi?

Ya şehrin her yanına sinenlerim…

Bir hışırtıyla ortaya çıkan sihirli anılarım…

Kabuk bağlayan yaralarımı da alacak mıyım; ilk göz ağrım, neredesin, senin hayallerin de gelsin mi, ister misin?

Bu şehrin her köşesine sinenleri ne yapacağım?

Şu ağacın altı, bu çörtenin tam hizası, şu okulun bahçesi, bu bakkalın hemen önünü...

Kalesinde, en kuytu köşesinde, dipsiz sokağında, geniş düzlüğe açılan dar ve kötü yollarında…

Anılarımı da alıp gider miydim acep?

Gidenler götürüyor muydu, heybelerine kaç anı sığıyordu?

Kaç yanlış anı, kaç doğru anıyı götürüyordu ya da tam tersi, belki de düzü müydü?

Sılaya hasret olanları durdursam çekip de eteğinden, soruversem, heybende hangi anıları aldın diye, ne cevap verirler, doğrusu merak ediyorum.

Boş yere değil elbet, sılaya hasret kalmadan, sıladan uzaklaşmak özlemiyle doluyum.

Dönüp ardıma bakmak istemiyorum; gidip geri dönmeden unutamayacaklarımın çetelesini tutmaktır niyetim.

Bir kararın arifesindeyim; gidip dönmemenin, dönüp bakmamanın, bakıp görmemenin, görüp, umursamamanın med ve cezirleriyle bocalıyorum.

Eğer heybelerinde bir şey götürebiliyorlarsa, sığdırabiliyorlarsa anılarını, ben de toplamaya başlayacağım.

Gözümü açtığım evde, dünya gözüyle ilk gördüklerimi de yanıma almam gerekir mi, diye soracağım…

Annem ve babamı ötelere uğurladım; ondan arta kalan anıları da paketleyip, yanıma almam gerekir mi?

Birlikte oynadığımız, birlikte ağladığımız, birlikte güldüğümüz ve birlikte mahalleyi bir birine kattığımız arkadaşlarımızı mı, onlardan arta kalan anılarımızı mı toplamalıyım?

Neleri almam gerekir, ey sıla hasretiyle yanıp tutuşanlar, ses verin, bir şeyler söyleyin, yardım edin, sılada gurbeti yaşayana…

Susmayın öyle, yüzüme de şaşkın şakın bakmayın ya çekilin önümden, yol verin, ya da yol verin ama çekilmeyin, dikilin durun…

Ne isterseniz onu yapın, hiç umursamıyorum, hiç dert etmiyorum artık; kaygılarımı da, korkularımı da, sevinçlerimi de, hüzünlerimi de burada bırakmaya niyetli değilim.

Merak etmeyin, çirkin sözleri ve çirkin suratları yanıma almaya niyetim yok; ne onlar benle gelsin, ne ben onlarla gideyim.

Ne hışırtıyla ortaya çıksınlar, ne tozlu rafları üfürdüğümde karşımda belirsinler…

Ne rüyamda istiyorum, ne gerçeğimde…

Hayalini kurmaktan haya ettiğim yüzlerin anılarını nereye saklayıp, ilelebet gizleyeceğim, söyler misiniz?

Ben bu şehri terk edeceğim, ben bu şehri bir kalemde silip atacağım ama kurtulamadıklarım var; ayağıma pranga olan, yüreğimi çekip alan, beynimin tüm damarlarını dolduran, hafızamı zorlayan, aklımı karıştıran, acılarımı dağlayanlar var…

Bu kentin her anında ve her yerinde sen kokan hayallerim var.

Sen de gelsene, anıların heybeme sığmaz, biliyor musun?

 

Tweetimden seçmeler

Siyasetin kimleri ‘adam’ ettiğini görünce, siyasetin adamlıktan anladığıyla, benim anladığım arasında çok ciddi bir fark olduğunu görüyorum.

www.naifkarabatak.net

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi