Bu şehir gelişir mi?

 

Bekir Doğan “Kahramanmaraşlıyı anlamak mümkün mü ?..” başlığı altında kendi sitesinde 23 Mayıs 2012 tarihinde bir köşe yazısı yazmış. Yazıyı okudum. Yazdıklarının büyük çoğunluğuna katılıyorum. Biz bu şehirde “dört dörtlük sorumluluk bilinci içinde gazetecilik yapamıyoruz”

Çünkü bu şehirde “çamur at izi kalsın!” anlayışı o kadar yaygın ve olağan hale gelmiş ki örnekleri anlatsak sayfalar tutar. Buna gerek de yok. Çünkü bizler birbirimizi çok iyi tanıyoruz.

Bizim bu mesleği yaparken önümüze çıkan en büyük engel; siyasiler, Sivil toplum Örgütleri, Sanayiciler falan değil. Milletin ta kendisi. Yani Kahramanmaraşlılar…

Yani hakkını korumaya çalıştığımız, hastanede adam yerine konulmayan, kamu kurumlarından kovulan, her yerde haklarının ellerinden alındığını söyleyen vatandaşın ta kendisi…

Anlatayım müsaadenizle;

“Birkaç dostumla bir yerde yemek yiyoruz. Bitişikte masada oturanlar çay içiyorlar, sohbetlerinde söz Kahramanmaraş’tan açıldı, kimileri Milletvekillerini suçladılar, kimileri Belediye Başkanını, önüne gelen sallıyor. Bir ara gazeteciler konusu geçti. Şimdi karşılaştığımızda utanan biri benimle ilgili öyle şeyler söyledi ki, dayanamadım kalktım masalarına vardım, kendimi tanıttım. Biraz önce bizim için her şeyi sayan adam gitmiş, bir iyilik meleği gelmişti sanki…bana öylesine methiyeler dizdi ki…tabii onun seviyesine inmemiz zor, millet bizi ayıplar, cahilliğine verdik ve yaptığının çok ayıp olduğunu söyledim, ayrıldım”

Bir defa bile karşılaşmadığımız ve beni tanımayan sadece adımı bilen insanın bu kadar aşağılık laf etmesi bu şehrin doğasında olan bir şey. Şu mübarek geceyi idrak etmeye hazırlandığımız bu günde bu yazının hiç gereği yoktu; ama yazmam gerektiği için yazıyorum.

Belki insanlar birbirlerine attıkları iftiradan utanırlar ve bu gece Allah’a el açarak dua ederler, af isterler düşüncesi yer etti bende. Çünkü aynı şeyi bende yapacağım. Bu gece rahmet ve bereket gecesi.. Rabbimiz inşallah bu gecenin yüzü suyu hürmetine kaldırdığımız eli karşılıksız bırakmaz ve bizi affeder.

Fitnenin ve dedikodunun bu kadar arttığı ve azdığı bir şehirde doğal olarak bizlere sürülecek- sürülmesi muhtemel fitne ve dedikodulardan korktuğumuz için görevimizi tam olarak yapamıyoruz. Yoksa Allah’tan gayrı kimseye ne eyvallah ederiz ne de korkarız. Biliriz ki rızkı da veren Allah, canı da veren Allah, yaşamamıza izinde veren Allah.

Ama hakkını aramaya çalıştığımız bu halk, bilmeden etmeden kulaktan dolma laflarla her önüne gelen insana bu denli fütursuzca iftira atabiliyorsa, bu iftiracıların şerrinden Allah’a sığınmaktan başka bir çare bulamıyorum.

Bu sadece gazeteciler için mi böyle?

Hayır.

Bu şehirde siyaset ile uğraşanlar, hele hele bir de iktidar partisine mensupsa Allah ona yardım eylesin. En yakınındakiler bile cadı kazanı kaynatırlar.

Ne hırsızlığını koyarlar, ne rantçılığını ne de başka bir şeyini…

İnsaf ya!..

Müslüman gıybet eder mi?

Efendiler efendisi Peygamberimize (SAV) sormuşlar,

Ya Allah’ın Resulü senin ümmetin ne yapar, ne yapmaz?

Bu evren Onun yüzü suyu hürmetine yaratıldı cevaplar; her şey yapar ama YALAN SÖYLEMEZ. Yalan Söyleyen ise benim ümmetim değil diye cevap verir.

Peki hal böyle iken; bu iftira, gıybet, dedikodu niye?

Camilerimiz dolu.

Müslümanlığımıza toz kondurmuyoruz.

Peki bu iftira, gıybet, yalan, dedikodu neden bu şehirde bu kadar yaygın?

Hiç araştırdık mı?

Etrafımızda yalan söyleyeni, birine iftira atanı hiç ayıpladık mı? Bu yaptın doğru değil dedik mi? Tavır koyabildik mi?

Şimdi bu yazı üzerine ahkam kesen, sofi Müslüman kesilecek bu şehirde çok insan var…

Amma kendi pantolonundaki kocaman yamadan habersiz, başkalarının çorabındaki söküğü çekiştirmekle meşgul olduğu için bu lafları hiç üzerine bile almaz.

Beyler…

Bu kadar iftira ve dedikodunun olduğu bir şehirde gelişme olmaz. Olursa da karınca hızıyla ancak olur.

30 yıl önce tartıştığımız konuları hala tartışıyoruz. Ve bir arpa boyu yol alamadık.

Çünkü bir adım ileriye çıkan her insanı bizler ayağından çektik. Onun ilerlemesini, büyümesini ve bize hizmet etmesini istemedik, çekemedik.

Hep yabancı hayranlığı yaptık.

Hep Gaziantep ve Adana’ya özlem duyduk.

Oysa 30 yıl önce aynı yerdeydik.

Şimdi onlar büyüdü ve biz yerimizde saydık.

Bunun suçlusu iktidarlar, siyasetçiler, Belediye başkanları değil. Bunun suçlusu bizleriz. Hepimiziz.

Hepimiz koşan atın ayağına çelme taktık.

Bizden bir adım önde yürüyenlere iftira attık, çamur attık. Ve şimdi ah vah ediyoruz…

Biz Büyükşehir olsak bile bizden bir şey olmaz.

Öncelikle şu eski ve kötü alışkanlıklarımızı terk etmeliyiz.

Birbirimizi rakip olarak değil, komşu olarak görmeliyiz. Çünkü atalarımız; komşuda pişen bize düşer demişler.

O halde bu gece Regaip Kandili.

Bu gecenin yüzü suyu hürmetine dua edelim, eski alışkanlıklarımızı bir daha yapmamaya söz verelim.

Bir dostumuzun hatasını aramak yerine onun güzel huylarını, güzel yönlerini ortaya çıkarmanın yarışı içinde olalım.

İşte o zaman Allah’ın bize bir lütuf olarak sunduğu bu güzel şehirde hepimiz ağız tadıyla ve huzur içinde yaşarız.

Huzurlu ve sağlıklı bir yaşam dileği ile bu gece kalkan ellerin karşılığının verileceğinin bilinci içinde Allah yar ve yardımcımız olsun.

Kandilin bütün insanlığa huzur ve bereket getirmesini Yüce Mevla’dan niyaz ediyorum…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum
Mehmet TAŞ Arşivi