Caminin tapusu kimdeyse!

 

Konu aslında binlerce yıldır tartışılıyor ama gündeme gelmesi, gelse de kalması pek mümkün olmuyor. Bunda gündeme getirenler ile getirmeye çabalayanların “niyeti” de etkili olabiliyor, karşı çıkanların “bakış açısı” da.

Gündeme getirenler, çoğu kez toplumla barışık olmayanlardı. Hatta namaz kılmadıkları halde “gündem kalmadı, hadi camiye gidelim” diyen feministler bile gündeme getirdi, bazen kadınlara şirin görünmek isteyen erkekler…

Ama doğrusu ortada bir sorun vardı.

Kuşkusuz bu sorun “ibadet etmek isteyen” önemli bir bölümü derinden etkiliyordu.

Kadınlar, tıpkı erkekler gibi, dilediğinde camiye gidip, imama tabii olarak namaz kılmak, hutbe ve vaaz dinlemek istiyorlardı. Elbette kadının namazda ki yeri bir adım gerideydi ama “görünmez” yerde de değildi.

Yakınları vefat ettiğinde cenaze namazına katılmak, dua etmek, Fatihalar göndermek istiyorlardı. Ancak, buna hem camilerin fiziki şartları müsait değildi, hem cemaat alışkın değildi.

Aslında farklı din veya mezhepte olanlar, sorunun sadece kendi cephelerinde olduğunu sanıyor, en ufak bir meselede “mezhepsel” sorun olduğunu dillendiriyorlardı.

Bunların en belirgin olanıysa Alevilerdi.

Adıyaman başta olmak üzere bazı kentlerde Alevi evlerine işaret konulması, Alevi vatandaşlar arasında tedirginlik doğuruyordu.

Veya Sürgü’de sahur vakti davulun çalınıp çalınmayacağıyla ilgili “çok alıştığımız türden” ağız kavgası, mezhepsel çekişme gibi gösteriliyordu.

Oysa davul sesinden rahatsız olan Sünni kesim de vardı, dinle alakası olmayanı da. Hem davul, dini bir argüman değil, geleneksel bir sahura kaldırma eylemiydi.

Olmasın” dediğinde olmayacak kadar kolayca kaldırılabilecek bir şeydi, “gelenekler sürsün” dediğinde de sürecek bir şey.

Sorun, geleneklerle dini vecibeleri bir birine ne kadar karıştırdığımızla doğrudan ilintilidir.

Sünneti, vacibi ve farzı nasıl algıladığımız, hangisine daha çok önem verdiğimizle ilgilidir.

Bir başka deyişle vazgeçilmesi sıkıntı olmayanları, vazgeçilmez kabul edip, vazgeçilmesi mümkün olmayanları da umursamamızdır.

Dini şeklen yaşayıp, ruhunu bilmeyen, hayatında yaşamayan, namaz dışında “sosyal ilişkileri” düzenleyemeyen, ahlaki ve sakınılması gerekenlerde titiz olmayanların sorunudur.

Camiye giden çocuğu “gürültü yapıyor” diye kolundan tutup dışarıya atan, farklı dinden veya mezhepten olanlar değildir.

Bir ömür, camiden kovulmasının acısıyla camiye gitmeyenlere engel, farklı mezhep veya dine mensup olanlar değil, kendi dinine ve mezhebine mensup olanlardır.

Kolaylaştırması gerektiği halde zorlaştıranlar, İslam’ı öcü gibi gösterenler, biraz derinlere daldığında, yani sorgulamaya başladığında “kafayı üşütmüş” gözüyle bakanlar da farklı mezhep veya dinden olanlar değil.

Çatışmaların temelinde algı sorunu var.

Mensup olduğu dini bilmeme, okumama, samimiyetten yoksunluk veya kültürsüzlükten kaynaklanan sorunlar olarak sıralayıp, daha birçok ekleme de yapabileceğimiz konulardır.

Önceki gün Star Gazetesi Yazarı Fadime Özkan, kadınların camiye gidememesi üzerine eleştiri kaleme almıştı.

Henüz yazıya verilen tepkilerden habersizim.

Ancak, “Her boyayı boyadık fıstığı yeşili kaldı” diyenlerin olacağına kuşku duymuyorum.

Kadın da camiye mi gidermiş, evinde kılsın canım” türü adres göstermelere çok alıştık.

Çünkü cami, erkeklerin yeridir.

Öyle algılanmıştır.

Babasından, atasından öyle görmüştür.

Dini kaynağından değil, kulaktan dolma bilgilerle yalan yanlış öğrenmiştir.

Farklı mezheplere sıcak bakmamış, farklı dinlere hoşgörü gösterememiştir.

Kendi içinde inancını anlatacak bilgiye ulaşmamış, yaşamıyla başkalarına hayat verecek düzeye gelmemiştir.

İslam’ı öyle canlı ve diri yaşa ki, seni öldürmeye gelen sen de dirilsin” diye bir söz duymamıştır.

Halen “seferi” olmanın ibadetten kaçma anlamı taşıdığını sanıp, ebediyete kadar geçerli hükmü, “bu çağda seferi mi kaldı?” diye güya takva ehli olduğuna inanabilmektedir.

Bir cemaate mensup olduğunda cennetin tapusunu aldığını sanıp, diğer din kardeşlerini “fitne üzerinde” görebilmektedir.

Bütün bunlar olmayınca, kadının camiye gidebileceğine de “alışkanlığı” izin vermemiştir.

Bırakın camiye gitmeyi, kadınların tuvalet ihtiyacı olabileceğini kavrayıp, cami helalarını ona göre düzenlemeyi bile külfet görmüşlerdir.

Halen bir kadın tuvalet ihtiyacı için cami helalarına yönelse, anahtarını erkek tuvaletindeki görevliden alacaktır.

 Böyle bir zamanda, kadınların camide namaz kılmasını, “bu da nereden çıktı?” diye burun kıvırarak bakacak, en izbe ve en dar yeri uygun görecek, en havasız bölümü tahsis edecektir.

Oysa “cemaat” kelimesi “erkek” kelimesiyle eşdeğer değil, bir bütün olarak kadın, erkek ve çocuğu yani toplumun tüm bireylerini kapsar.

Yok eğer “cami küçük olsun, bizim olsun” diyorsanız, o zaman sizin hangi dinden olduğunuz da sorgulanmaya başlar.

Doğrusu da caminin tapusunun birilerinin tekelinde olmadığıdır.

Twitimden seçmeler

İftar saatinde hasretle beklediğim bir bardak su gibisin. Merak etme, sen iste o suyu da sana veririm.

www.twitter.com/naifkarabatak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Naif Karabatak Arşivi