Mustafa OKUMUŞ

Mustafa OKUMUŞ

CAN SIKINTISI

  “Bugün içimde bir sıkıntı var. Canım hiçbir şey istemiyor. Her şey karanlık. Üzerimde tonlarca ağırlık, canım burnumda, dokunsan ağlayacağım. Bu durumlarda tepkilerim sertleşiyor, yakın çevremi ve dostlarımı incitiyorum. Rahatladığımda kendimi sorguluyor, acı çekiyorum.” Dediğiniz oldu mu, hiç?

    Kaldı ki, bunlar ve benzeri karamsar, yakınmalara kendi dışımızda da yabancı değiliz. Kimi yakınlarımızın bu tür sızlanmaları, onlar kadar bizi de üzer, elbette.

    Can sıkıntısını tanımlamak, çok zor olsa gerek. Can sıkıntısının bir çok nedenlerden kaynaklandığı  söylenebilir. Bunlar arasında en önemli nedenin tembellik ve işsizlik olduğunu düşünüyorum. Victor Hügo der ki; “İş, insandan üç şeyi uzaklaştırır: Can sıkıntısı, parasızlık  ve kötülük.” La Bruyere göre de  “Can sıkıntısı dünyaya tembellikle birlikte gelmiştir.”

    Can sıkıntısının bir de başka kişilerden bulaştığı görülür. Kendini bilmez kişilerin, tutarsız, tatsız davranış ve söylemleriyle, can sıkıntılarına sık-sık tanık, ya da hedef oluruz. Tepkilerimizi, iradenin kontrolünde tutmakta zorlandığımız bile olur.

   Bakınız, Benjemin Franklin bu kendini bilmezlere dönük bir yöntem geliştirmiş. “Can sıkan insanlardan kurtulmak için, onlara ödünç para veririm” diyor. Bugün geçerli olur mu bu yöntem, bilemem. Böylelerine ödünç para vermeye kalkarsak, sanırım başa çıkamayız. Daha ilk günde sermayeyi kediye yükleriz, her halde.

    Bakarsınız sıkıntılı kişi bile, çoğu zaman niye sıkıldığını bilemez. O nedenle can sıkıntısı birden çok olumsuzlukların, tersliklerin üst üste yığılması sonucunda, kişinin hoşgörü ve dayanma gücünün kırıldığı noktada başlayan, içerinçsizliğidir,  bence.

    Kişilere özgü olan, ya da kendi çevresinden kaynaklanan can sıkıntısı, insanın doğal tavrını baskı  altında tutar. Kimi zaman gülmek istese de gülemez. Zihnin anlaklığı bir anda bulanır, yaşama arzumuz  köreliverir. Konuşma, paylaşma, iletişim isteğimiz yavaşlar, her konuda zorlanırız. Bu da kişinin göründüğü  gibi olma, ya da olduğu gibi görünmesinin önünde bir engel oluşturur. Sonuçta, kişiyi mutsuz eder, yalnızlığa iter, kuşkusuz.

    İsteksizlik, bezginlik, yılgınlık, yalnızlık, güvensizlik ve de umutsuzluk kişiliğimizi olabildiğince etkiler. Yüzümüze, gözlerimize, davranışlarımıza ilgi ve tepkilerimize de yansır, bu ruhsal gerilimimiz.

   Çoğu zaman yakın dostlarımız, bizdeki bu olumsuz değişimleri algılamakta gecikmezler. Bizi açmağa, boşalıma, rahatlatmaya dönük ilk ilgi ve girişimler de onlardan gelir, değil mi?

   Yakın çevremizden gelen bu içtenlikli ilgiye, bir süre direnir, geçiştirmeye çalışırız. Oysa mimik ve jestlerimiz bizi yalanlar, sonunda çözülürüz. Sıkıntılarımızı atmanın tek çaresi olan, boşalıma yöneliriz.

   Boşalmak, sıkıntıları dostlarla paylaşmak, sıkıntıyı doğuran sorunları aşmanın en sağlıklı yoludur, kanımca. O nedenle ruh doktorları, hastalarını konuşturarak başlarlar tedaviye. Ataların, “Derdini söylemeyen derman bulamaz.”demeleri bu yüzden olmalıdır.

   Kuşkusuz hiç kimse, umutlarına dönük tüm beklentilerini gerçekleştiremez. Eldekiyle yetinmek, yaşama güler yüzle bakmak, yüreğimizdeki sevgiyi diri tutmak, insanları kendi ölçülerimize vurmaktan kaçınmak, onları olduğu gibi kabul etmek belki de, sıkıntıya düşmemenin başta gelen koşulları diye, düşünüyorum.

   Gerçi çevrede ölçülerimizi zorlayan, değer yargılarımızı inciten, onca görüntüyü, olumsuzluğu içimize sindirmek, bunlardan etkilenmemek, olası değildir. Ancak, bunları sorun haline getirirsek, ruh sağlığımızı  bozmaz  mıyız?

   Bu olumsuzlukların, duyan, düşünen her insan için iç sıkıntıyı davet eden nedenler olduğu biliniyor. Ayrıca bunlara tepkimiz de doğaldır, bir ölçüde. Bunlara karşın ben diyorum ki; bu tepkilerimizi biraz da hoşgörüye sararak yapsak, daha iyi, daha olumlu sonuçlar almaz mıyız?  Demem o ki; bu toplumda o insancıklarla bir  arada yaşamak zorundayız, istesek de, istemesek de.   

   Bizi rahatlatan, içimizi aydınlatan keyiflendiren olgular yok mu? Onlar da var elbette. Hem de çok. Yeter ki ilgimiz, onlara da dönük olsun. Hep olumsuzlara değil, olumlulara da bakmalı, tepkilerimizi dengelemeliyiz, kanımca. Dengesiz ve ölçüsüz tepkilerin, öncelikle kaynağına zarar verdiği unutulmamalıdır.  Keskin sirkenin  küpüne zarar  verdiği  gibi.

    Nedeni ne olursa olsun, can sıkıntısı insan sağlığını bozan, iç erincini yok eden, boşalım gerektiren, zararlı bir dolumdur. Sirke ve sıkıntı örtüşmesi, bu algılamanın en çarpıcı örneğidir dersek,  yanlış mı olur?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Mustafa OKUMUŞ Arşivi