Ceplerime Doldurduğum Adresler

Her akşam vapurdan inip, caddenin öbür yanına geçtiğimde, taze ekmek ve çörek kokusuyla farklı adresler gelir aklıma ve ben hayali bir yolculuğa çıkarım…

Sahi, hayatımızda kaç çeşit adres var?

Önüne haritayı alıp, kent-kent, ilçe-ilçe, kasaba-kasaba, hatta köy-köy baktığında elbette milyonlarca değilse bile çok önemli rakamlara ulaşman mümkün ama asıl adres, bizde anlamı olandır.

O adres size neyi hatırlatıyor, neyi çağrıştırıyor; kokusuyla, yapısıyla, izleriyle, sıcaklığıyla, soğukluğuyla neyi…

Sizi bu kadar etkileyen, sizi bu kadar kendine çeken ne?

Nedir sizi o adresten soğutan, nedir köşe bucak kaçırtan?

***

Genel olarak baktığımızda dört çeşit adres görürüz;

Bakıp da görmediklerimiz,

Görüp de beğendiklerimiz,

Köşe bucak kaçtıklarımız

Ve her bahanede geçmek istediklerimiz…

Sizin de böyle adresleriniz var mı?

Mutlaka vardır…

Benim de var…

Adres derken bir kenti, bir köyü, bir mahalleyi, bir evi kastetmiyorum; anlamı olan bir yerdir adres…

Adı geçtiğinde içinizi kıpır kıpır ettiren ya da duymamak için kulağınızı kapatacağınız kadar nefrete boğan…

Ama gelin biz köşe bucak kaçtıklarımızı bir yana bırakalım…

Bakıp da görmediklerimiz de şöyle dursun, bizde hiçbir anlam ifade etmeyenler…

Görüp de beğendiklerimiz ise göz zevkimize kalsın…

Ama her bahanede geçmek istediklerimiz şöyle yanımızda dursun…

***

Farklı bir tadı vardır bu adresin…

Sizi, bugünden alıp düne götüren, küllenmiş anıları canlandıran ve sizi sizden alıp farklı bir dünyaya götüren…

Yaklaştığınızda veya adını bile andığınızda kokusu sarar her bir yanınızı.

Silueti belirir, her köşenin, her ayrıntının.

Kaldırım taşı, yoldaki engebe veya çukur…

Evlerin boyası, dış kapının mandalı, kapının zili, pencerenin rengi…

Dışarısı görünmesin diye çekilen perdesi, kapının önüne konulan paspası…

Mahallenin bakkalı, fırıncının un dolu tezgâhı…

Elinizi yakan ekmeği, yüreğinizi soğutan suyu…

Belki havası, belki bacası ve gökyüzüne karışan isi, pası, kiri…

Eğleştiğiniz çay ocağı, yemek yediğiniz lokanta, ağzınızı tatlandırdığınız pastane…

Muhabbet ettiğiniz “güzel” insanlar, sohbetine doyamadıklarınız…

Huzur bulduğunuz; sevdiğiniz, sevildiğiniz yerler, kişiler…

Mahallenin delisi, caddenin başında size doğru gelen köpeği ve kedisi…

Yıkık dökük evleri, viran olmuş binaları, bir türlü düzene girmeyen yolları…

O adrese yaklaştığın anda veya adı geçtiği her zamanda gözünde canlanır; şu köşede bir ağaç vardı, hatırlıyor musun, diye başlarsınız…

Ağacın ne olduğu, hangi meyveye durduğunu bile söylersiniz…

Şurada annenizle güzel bir anınız vardı, şurada babanızla…

Az mı oynamıştınız şurada kardeşlerinizle…

Ya arkadaşlarınız ya sevdalandıklarınız ya sevdalandığınızı sandıklarınız…

İlk burada karşılaşmış, ilk burada göz göze gelmiştiniz, ilk burada konuşmuş, ilk burada sevmiştiniz…

Ne hayaller kurmuş, ne ümitler beslemiştiniz…

Birileri gelip yıkana/kırana kadar hayal üstüne hayal, ümit üstüne ümit kurmuştunuz…

Birileri yıksa da, birileri kırsa da siz ne hayal kurmaktan ne de yeni yeni ümitler beslemekten vazgeçmemiştiniz, ispatı da şu köşe…

Çünkü hayatı anlamlı kılandı belki o hayaller, belki de o ümitlerdi…

Belki o adresti bütün sırrı bünyesinde barındıran, belki de o adreste sevdikleriniz…

Orayı anlamlı kılan, bugün bile burnunuzun direğini sızlatan hatıraları barındıran, bir taş yığını, bir toprak parçası, bir cadde veya bir sokak değildi.

Şehirler, içindeki insanlarla bir anlam ifade ederdi çünkü ve aslında şehirler, içindeki sevdiklerinizle değer kazanırdı.

Sizi çeken ne modern yapılarıdır, ne denizidir, ne dağlardır, ne ovalarıdır…

Sizi çeken, peşinizi bir türlü bırakmayan hatırlarıdır ama güzel olanı ama ümitlerinizi halen taze tutanı…

Yoksa da görmemek için yüzünüzü çevirdiğiniz, duymamak için kulağınızı kapattığınız adreslerden birisi olur, farkında bile olmazsınız…

Ama bir seçme hakkımız olsa ve her kentten sadece bizim için anlamı olan adresleri alabilsek, ceplerimize doldursak, yüreğimize sıkıştırsak ve diğerleri beton olarak sahiplerine kalsa…

Şimdiden seçtim bile ya siz; Sizin adres hangisiydi?

Tweetimden seçmeler

İnsan, yaratılışı gereği her şarta kısa zamanda uyum sağlıyor. Aynı insan, bir başkasını olduğu gibi kabullenmekte zorlanıyor/istemiyor.

www.naifkarabatak.net

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi