ÇİFTLİĞİNDE BOĞ BENİ!

Eskiden Ali babanın bir çiftliği vardı. Çiftliğinde inekler mööö.. mööö.. diye möölerdi. Sonra atları vardı, tavukları vardı, eşekleri vardı, öküzleri bile vardı. Sonra Çiftlik Bank kuruldu, bir CEO’su var, Aman Allah’ım bir CEO’su var, ceo’layıp, ceo’layıp duruyor. Binlerce, on binlerce kişi de “Çiftliğinde boğ beni” diye tepinip duruyor…

Peki neden?

Bir bakalım nedenmiş…

Zamanın birinde bankerler hayli revaçtaydı.

Özel televizyonlar yeni çıkmış, parayı basan reklamı da yayınlatıyordu.

Duştan yeni çıkmış, bornozlu kadın eşine/sevgilisine işve yapıyor, bornozun açık yerlerinden damlayan sular halıyı ıslatıyor. Kadının sadece bornozunun ucu ve ayakları gözüküyor. Yani erotik reklamın görünen yüzü, ayaklar. Ayak çok önemli, ne varsa ayakta var. “Bana ayak yapma” diye boşuna demiyoruz. Paraları alınca ayakla koşacaksın, zengin olduğunda da ayakla koçacak, ayakla zıplayacaksın. Ayak önemli…

Reklamdaki işveli kadın eşinden bir şeyler istiyor, eşinin yok deme şansı yok. Ama zaten para da yok.

Ama önemli değil her yere Uzan(an)larlar var…

ATM’si yok, neredeyse şubesi yok ama bankası var, hem de çok, hatta çooook yüksek faizle paranızı değerlendiriyor. Siz oturuyorsunuz, yatıyorsunuz, geriniyorsunuz, kalkıyorsunuz paranız bir iken on oluyor, yüz oluyor, bin oluyor ve sıfır oluyor.

Binlerce, on binlerce insan böyle kazıklandı. Sonra adam seçime girdi, ne oy topladı, hem de ne oy topladı. Gençti, yakışıklıydı, beyaz gömlekliydi, üstüne bir de bedava dürüm veriyordu!

Herkes birlik olmuş, “Kazıkla bizi Cem, kazıkla” diye inliyordu.

Reklama dönersek, para yok ama önemli değil, bankalar var…

Hatta bankerler bile var.

En önemlisi de Banker Kastelli var…

Paran da varsa Banker Kastelli var, para lazımsa da Banker Kastelli var…

Günlerce yapılan reklamlardan sonra Banker Kastelli’nin sahibi merhum Cevher Özden, topladığı çok yüklü paralarla sırra kadem bastı.

Sonra yakalandı, yargılandı, suçlu bulundu ve mahkûm oldu. Yıllarca cezaevinde yattı. Eee, Allah ömür verince sonucunu da görüyorsun. Adamın mahkûmiyeti bitti, cezaevinden çıktı. Biz artık “utancından insan içine çıkamaz” diyorduk ki, adam inşaat işine girdi. Kastel İnşaattan pay almak için geceden kuyruğa giren insanlarımız vardı. Ellerinde para, “ne olur kazıkla beni” diye inlemedikleri kalıyordu.

Onlar da kazıklandı…

Zaten kazıklanmak istiyor, hatta bunun için feryat figan bile ediyorlardı.

Her şey gibi o da bitti…

Bir dönem kapandı, bankerlikle köşe olanlar oldu, kaçanlar kaçtı, arkalarında on binlerce gözü yaşlı mağdur bıraktı. Canına kıymaya çalışanlar, kıyanlar, kafayı yiyenler, katil olanlar, hasta olup bir köşede kalanlar ve dağılan yuvalar, yitip giden hayatlar…

Hepsi de o duştan çıkan kadının ayaklarını takip etmiş, zengin olma hayali kurmuşlardı.

Sonra 28 Şubat.

Bir gecede o kadar çok zengin oldular, o kadar çok zengin oldular ki, o iştahla ve çevik bir hareketle “28 Şubat bin yıl sürecek” dedi. Eee bu saltanat bitmemeliydi, bu servet yitip gitmemeliydi, yedi sülalesi de o servetten pay almalı, torununun torunları bile bundan nasiplenmeliydi.

O tarihlerde herkes zengin olmak istiyor ama hiç kimse “helal yoldan zengin olmak için” kılını kıpırdatmıyordu.

Koca ülkenin başbakanı yurt dışında kumar oynuyor, oyunda hile yapıyor, yumruğu burnunun üstüne yiyordu. Sonra bankalar batıyordu, iktidarlar değişiyor, “ablamız bize kurban” oluyor ve yine bir umut olarak “bizi soyup soğana çevirenleri” görüyor, çeviriyor, oyumuzu veriyorduk…

Merhum Özal’ın teşvikleri, sadece briket dizmeye yetiyor, geri kalanı toz olup uçuyordu. Özal, ülke kalkınsın, insanlar iş sahibi olsun, işsizler iş bulsun, yeni zenginler ortaya çıksın diye teşvik verirken, “kolay yoldan zengin olma” hayali kuranlar, briketi dizip, parayı alıp sırra kadem basıyordu.

Sonra KaDeVe’ci zenginler türedi; çeri çöpü ihraç ediyor, KaDeVe iadesi alıyordu…

Onlar da bitti…

Ama bir şey hiç bitmedi…

Hak etmediğini alma hayali, çabası…

Bunun için her yolu mubah görenler, her yolu mubah gören başkalarının da tuzağına düşmekten kendini alamadı.

Çiftlik Bank, tam da böyle bir şey…

Daha düne kadar arabesk şarkıda çıkış arayan Mehmet Aydın ya da nam-ı diğer Egoman, bugün 511 milyonu cebe atıp kaçıyordu.

O ne derse herkes inanmıştı. Çıplak gösteren gözlük satmış, “olur mu canım, başkalarını dikizlemek şerefsizliktir” demeyen insanlar, herkesi çıplak görmek için gözlük kuyruğuna girmiş, gizli gizli gözlük alma yarışına katılmıştı.

Evet.. belki gözlük insanları çıplak göstermiyordu ama “kazıklandığını” gösteriyordu.

Sonra sosyal medyada Eren Çakar ismiyle iyi çaktı. Baktı ki insanlar “kazıklanmak” için sıraya giriyor, Çiftlik Bank’ı kurdu, paraları toplamaya başladı. Bu bir enayi avı değildi, çünkü insanlar adeta yalvarıyordu, “çiftliğinde boğ beni” diyor, “Aman bu işte bir dalavere var” diyenlere de basıyorlardı kalayı…

Zengin olmak güzel elbet…

Ama emeğinle, çabanla, kavganla, alnının teriyle…

Bedava peynir, sadece ama sadece fare kapanında bulunur. Gerisini burnunuzdan fitil fitil getirirler, bunu da hiç kimse unutmasın…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi