Darbesiz, Muhtırasız Bir Yazı

Geçmişi değiştirmek, hiç kimsenin elinde değil ama geleceği değiştirmek, herkesin elindedir. 12 Eylül’ü değiştirme şansımız yok ama 12 Eylüller olmasın diye hepimizin kendince yapacakları var.

12 Eylül 1980 tarihinde, daha önce “şartları olgunlaştırılan” bir darbe yapıldı. Kenan Evren’in başını çektiği darbeciler, ülkenin yönetimine el koymakla kalmadı, ülkede yaşayan her ferde hayatı zehir etmek için elinden geleni ardına koymadı.

Zekâ seviyesi düşük insanları darbe yaptığı konusunda bir iddiam var ve bunu yaşadıklarımla biliyorum.

Halk için darbe yapanın zekâsıyla, halka karşı darbe yapanın zekâsı arasında büyük bir fark var.

Kenan Evren ve ekibinin de incir çekirdeğini doldurmayacak zekâlarıyla, “Cumhuriyeti koruyup, kollamaya” kalkışmışlardı.

Hem de bunu yaparken, cumhuriyetin de, demokrasinin de, insan hak ve özgürlüklerinin de ırzına geçerek.

Kendi insanına “düşman” muamelesi yapan, işgal ordularının, eli kanlı katillerin, aşağılık terör örgütlerinin yapamayacağı kadar bu ülkeye ve bu ülkede yaşayan insanlara zulmettiler.

Öyle alışmışlardı…

Cumhuriyet kurulduğundan, o güne dek, asker ülkenin “gerçek” sahibiydi ve bütün siviller, “hizaya çekilmesi” gereken ve zaman zaman hadleri bildirilmesi gereken yığınlardan öte değildi. Bu sivillerden sadece “çok zengin” olanlar müstesnaydı ve onlar da, iktidarları değiştiren, rant sağlayan olarak yanlarında yer alırdı.

Kırmızıçizgileri vardı bütün darbecilerin…

Bu çizgi, “hoşuma gitmedi” şeklinde bir çizgiydi…

Bütün siviller, bütün iktidarlar, bütün kurumlar ve bütün kişiler, onların hoşuna gidecek oranda davranma hak ve özgürlüğüne sahipti.

Görüntüde bir seçim vardı; partiler çalışırdı, vatandaş da dilediği partiye oyunu verirdi.

Halkın seçtiği vekillerin oluşturduğu meclis, darbecilere her yönden bağlıydı; yürekten, göbekten, dirsekten, kafadan, koldan…

Her zaman son söz değil, ilk söz de onların olurdu. Çünkü hoşlarına gitmeyecek kelam edenleri uyaran, “darbe gazetesi” ülkede çoktu. “Adını açıklamayan üst düzey bir generalin açıklaması” bütün siyasileri hizaya çekerdi…

Buna rağmen hizaya gelmeyen siyasi olduğunda, bir sabah yurdun dört bir yanı “cumhuriyeti koruma ve kollama” yalanına sarılarak işgal edilirdi. Tarihin hiçbir döneminde, ülkemizi işgal eden ve “düşman” bildiğimiz ülkelerin askerleri, darbecilerin verdiği zararı vermemişti…

Her darbe öncesi kendilerini haklı çıkaracak gerekçeleri de, kendi elleriyle oluştururlardı.

Ergenekon gibi terör örgütleri de vardı, taşeron olarak kullandıkları terör örgütleri de…

Hatta kendi kurdukları örgütü, günü geldiğinde, başka bir terör örgütü kurarak bertaraf bile edebiliyorlardı…

Ama onlar “ülkenin sahibi” olarak makbul insanlardı, biz ise bu hukuksuzluğu, bu insanlık dışı davranışları eleştirdiğimiz için hiçbir zaman “makbul” seviyesine düşemedik, çok şükür!

AK Parti iktidara gelene dek, darbeler, muhtıralar, uyarılar, gece yarısı bildirileriyle, “istediklerini yaptırmak” ya da bizzat yapmak için her an tetikte, her an işgale hazır düşman gibi pusuya yatan darbe heveslileri vardı.

Bütün bunlar, o dönemi yaşamayan veya zulme uğramayanlar için çok anlamı olmayacağını biliyorum.

Çünkü o dönemlerde insanların sadece kıyafetinden, düşüncesinden, inancından, dilinden, mezhebinden dolayı neler çektiklerini, neleri feda ettiklerini, nasıl mağdur edildiklerini bilmek gerekiyor.

Bir sabah uyandığınızda, yaşadığınız köyde, kasabada, ilçede veya kentte, kendi evinizde, sıcak yuvanızda saldırıya uğrarsanız, belki o dönemleri daha iyi anlayabilirsiniz…

Kuzu haline getirilmiş, ödü koparılmış, onur ve şerefiyle oynanan koca bir milletin “başımızdan defolup gidene kadar” kızılcık şerbeti içmeyi göze alanlardan olsaydınız da, bu söylediklerimin bir anlamı olabilirdi…

Ülkenin dört bir yanında kendi halkına yaşatılan zulümler, tutuklamalar, işkenceler, ölümler, kaybolmalara tanıklık edilse veya anlatanlara kulak verilse de bir anlamı olabilirdi…

O dönemde görevinden alınanlar, aç ve sefil bırakılanlar, sürgün edilenler, evine, yurduna, yuvasına bir daha dönemeyenler…

Dışkı yedirilenler, çırılçıplak soyulup köy meydanında teşhir edilenler, tecavüz edilenler, gözü önünde ırzına geçilen genç kız ve kadınları seyre zorlananları, yüreği parçalanarak dinleseydi de bir anlamı olurdu…

Ve bütün bunları yapanların işgal kuvveti olmadığını öğrenseydi, o zaman çok daha anlam kazanırdı…

Bütün bunların şimdi bir anlamı yok…

Henüz tam istediğimiz gibi değilse de, ülke demokratikleşmede çok önemli adımlar attı.

İnsanlar haklarını arayabiliyor.

Daha çok özgürlük isteyebiliyoruz ve doğuştan hakkımız olan ve bugüne dek düşünülmesi dahi mümkün olmayanları talep edebiliyoruz.

İşin en güzel yanı, neredeyse bütün siyasi partiler, bu taleplere “sıcak” bakmakla kalmıyor, bazıları daha fazlasını bile vadedebiliyor…

Üstelik işgal kuvvetleri de başımızda beklemiyor, sokağımızda bizi gözetlemiyor, her an bize ayar vermeye çalışmıyor…

Bugünlere gelmek hem kolay olmadı, hem de hayal dahi edemez olmuştuk…

 

Tweetimden seçmeler

Yanınızda olanlarla, yanınızda duranların ayrımına varabiliyorsanız ne mutlu...

www.naifkarabatak.net

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi