Deli İnek…

Çocukluk çağımı köyde oğlak ve nahır güderek (otlatarak), bağ-bahçe sulayarak, yaz başlarında her yanı talayan (kaplayan) pıtrakları biçerek, merkeple odun taşıyarak, kışları dam loğlayarak, hasılı; köy hayatının gereklerini yerine getirerek geçiren biri olarak kendimi “şanslı” addederim oldum olası…

“Neden?” derseniz;

Bütün bunları yaşayan biri olarak, şehir hayatından ve çağın gereklerinden sonradan da olsa faydalanabilirken; şehirde doğup büyüyen birinin benim yaşadıklarımı yaşama şansı yok!

Ha, çocukluğunu şehirde geçirenler çok iyi imkanlara sahip olabilirler. Ama onların en modern oyuncaklarını, ne çam kabuğundan istediğim şekilde tasarladığım oyuncaklarıma değişirim, ne tahta arabama, ne de su çıkaklarına yaptığımız pınarlara…

Neyse…

***

Köyün nahırını güderdik kardeşimle birlikte yazları.

Zordur nahır gütmek...

Sabah erkenden kalkıp evlerden bir-iki ya da üç-beş büyükbaş hayvanları toparlayacaksın. Kimsenin bağını bahçesini yaymadan (hayvanlara yedirmeden) koca bir nahıra dönüşen onlarca hayvanı güdeceksin, akşam olunca da yine aynı şekilde eksiksiz evlerine teslim edeceksin.

İnsanlarda olduğu gibi hayvanlarda da “mimli”leri vardır. O kadar hayvanın içinde illa huysuzluk ederler. Hatta sanki çocuk olduğumuzu anlayıp kaale almayanlar bile olurdu!

***

Kuşluk…

Çekilmez nahır çobanlığının en özlenen yanlarından biriydi kuşluk vakti. Çünkü “kuşluk” demek, nahırın ikindi serinliğine kadar gölgeli bir yerde yatması, bizim için ise eve dönüş ve oyun zamanı demekti.

Evimizin yamacındaydı (karşısında) sığır yatağı. Yani oradaki tepede; çamların gölgesinde istirahat ederdi hayvanlar.

Sabahtan, köyün önündeki firezlerde gütmeye başladığımız nahırı, kuşluk vakti evimizin yanındaki yokuştan indirir, “sığır yatağı”na yollardık. Alışık olan hayvanlar kendiliğinden gidip yattığı için de refakat etme gereği duymazdık buradan ötesine.

Nereden bilelim başımıza geleceği!!

***

Yazı yarıladıktan epeyce sonra bir gün, bir komşumuz aile büyüklerimize şikayete geldi bizi. Nahırdan bazı hayvan ya da hayvanlar bizim komşunun nohut harmanını talan edesiymiş!!!

İddia bu…

Tabi biz suçlansak da bastık itirazı. Çünkü sözü edilen nohut harmanı bizim nahırı güttüğümüz istikametin tam tersinde; tâ Dap’taydı. (Dap, Ilıca’nın tarım arazilerinin bulunduğu mevkii..)

Nasıl olurdu böyle bir şey?

Tabi yapılan araştırmalar neticesinde “çoban olarak” suçumuz sabitlendi. Zarar bizim nahırdan mimli bir hayvana; “deli ineğe” aitti. Bütün bulgular bu yöndeydi.

Şöyle ki;

Hani biz, evin oradan nahırı istirahate yolluyorduk ya, gidip yatsınlar diye… Hah, işte o sırada, tuzlu nohuda dadanan (alışan) deli inek dereyi geçince sürüden ayrılır, Dap’ın yolunu tutar, gider nohut harmanına yanaşırmış.

Her gün yaparmış bunu da biz farkına varmazmışız meğer…

Bizim “git yat” dediğimiz deli inek zevki sefaya dalarmış gidip. Sürüyle birlikte yediği firezlere tamah etmeyip bir de nohut harmanında çilingir sofrası kurarmış kendine!!

***

Peki şimdi nereden mi düştü aklıma deli inek?

Haklısınız…

Ama durup dururken düşmedi elbette.

Şu “Alemci CHP’liler”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Suriye sınırına inceleme içim gönderdiği bazı partililerden oluşan heyetin, sınıra gitmek yerine köyün birinde davullu zurnalı çilingir sofrası kurduklarını, vur patlasın çal oynasın eğlendiklerini görünce otuz yıl sonra bizim nahırdaki deli inek aklıma düştü.

Konuyla pek alakası yok ama düştü işte!!

Öyle ya…

Genel Başkan “Gidin bakın hele sınırda neler oluyor?” diye size görev verecek; siz sınıra hiç gitmeyip, köyün birinde davullu zurnalı çilingir sofrası kurup eğleneceksiniz.

Olacak iş mi yani?

Hoşçakalın…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Veli KARALAR Arşivi