EN İYİSİ HASTA OLMAYIN !

EN İYİSİ HASTA OLMAYIN !
Gazeteci ve köşe yazarı Bekir Doğan bugün ki yazısında şu konuyu ele aldı;

    1970 yılları net hatırlıyorum: insanlar hasta olmazdı !

     Sabah tarhana çorbası ile bekmez yerdik !

     Cebinde her zaman teh dürümü olurdu..

     öğleye bulgur aşı (Pilav) yoğurt yerdik !

     Akşam ise : bazen patetes sulusu bazen ise aş katmacı yerdik..!

     Misafir gelirse : Samsa, Sucuk, kırma, bastık, bestil, tarhana, ceviz hangisi varsa önüne konardı !

     Elma , portakal hasta ziyaretine giderken : birer adet kese kağıdı ile başına konan bir üründü.. hani gözümüzde düşmez değildi.. portakal kabuğundan bir parça alsak da koklasak diye..

     Ama o günlerde hasta da değildi..

     Amaaan bizim komşunun oğlu : "Kiş kiş kötü hastalık olmuş vah vah vah" derlerdi.. (Kötü hastalık, kanser, verem, sıtma, veya bulaşıcı hastalık)

     Hastaneler boşdu: Doktor geliyor dediklerinde kaçardık..

     Ya bugün: yemek bol, hastalık bol..!

     Ya bugün: 85 çeşit ürünler açık büfe kahvaltı..

     orta gelirli ise : 40 çeşit ürünle serpme kahvaltı

     120 çeşit yemeğin bulunduğu açık büfede : öğle ve Akşam yemeği

     Pasta- börek, çay - kahve kırk çeşit gazlı içecekler ve hastalıklar..

     Neredeyse : Bugün tuvalette otomobil ile gideceğiz !

     Yürümek yok, spor yapma yok, tembellikten göbek kamyon tekeri gibi oldu, hastalıklar ise kapıda bizleri bekliyor..

     Ashâbım Hasta Olmaz!

     Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammet Mustafa (SAV) efendimiz Medine de bir gün yanına gelen : Ünlü doktor'a , Ashabım Hasta Olmaz ! buyurdu..

      Ünlü Doktor: Medine’ye geldiği ilk gün çok heyecanlıydı. Hayatında ilk defa, Mısır Kralı Mukavkıs tarafından yabancı bir şehre görevlendirilmişti. Buradaki insanları ücretsiz olarak tedavî edecekti. Bu görevini başarılı bir şekilde icra ederse kim bilir kral onu nasıl ödüllendirecekti.

      Doktor, Medine’ye geldiğinde ilk önce Sevgili Peygamberimizin yanına uğrayarak kendisini tanıttı:

      - Efendim! Kralımız Mukavkıs beni, size hizmet için gönderdi. Burada hastalarınıza bedava bakacağım, dedi.

      Peygamber Efendimiz, doktora iltifat ederek ikramda bulundu. Sonra da ona güzel bir yer tahsis edilmesi ve ihtiyaçlarının karşılanması için ashab-ı kiramı görevlendirdi.

      Doktorun keyfi yerindeydi. Medine’de kendisi gibi başka bir doktor olmadığından onun buraya geldiğini duyan Müslümanların kendisine akın edeceğini düşündü. Onun için Medinelilerden genişçe bir ev istedi. Bu evi aynı zamanda muayenehane olarak da kullanacaktı.

      Artık her şey hazırdı. Doktor hastaları beklemeye başladı; fakat tedavî olmak için doktora ilk gün kimse gelmedi. İkinci gün de kapıyı çalan olmadı. Ertesi gün yine aynı… Tam bir ay geçmişti. Günler birbirini kovalıyor; ama kimse hastalığından dolayı tedavî olmaya gelmiyordu. Hem de tedavî için ücret alınmamasına rağmen… Neydi bu işin sırrı. Bu şehirde kimse doktora ihtiyaç duymaz mıydı? Yoksa buradakiler, hastalandıklarında başlarının çaresine kendileri mi bakardı?

       Doktor sanki şoka girmişti. Kendisini hiç bu kadar âtıl ve faydasız olacağını düşünmemişti. Hâlbuki memleketi Mısır’da günde onlarca kişiyi muayene eder, bunun için de el üstünde tutulurdu. Acaba burada doktorlar hastaların ayağına mı giderdi? Niye kimse gelip kendisinden yardım istemiyordu?

       Hiç beklemeden malzeme çantasını alıp dışarıya çıktı. Medine sokaklarını dolaşmaya başladı. Evlerin yanından geçerken inleyen, acıyla kıvranan birileri var mı diye kulak kabarttı. Karşılaştığı kişilere “Ben bir doktorum. Aranızda hasta olan varsa onu bedava tedavî etmeye geldim.” diyerek kendisini tanıttığı hâlde kimse ona herhangi bir hastalıktan dolayı şikâyet etmiyordu. Gülümseyen yüzlerle onu selamlayıp geçiyorlardı.

      Doktorun merakı biraz daha artmıştı. İnsan topluluğunun olduğu yerde doktora nasıl ihtiyaç duyulmazdı? Bunun mutlaka bir sebebi olmalıydı. Bunu kim bilirdi acaba?

Doktor tekrar Sevgili Peygamberimizin yanına gitti. Hayret dolu bir ifade ile:

- Efendim! Buraya, size hizmet etmeye, dertlilerinize derman olmaya gelmiştim. Fakat haftalar geçmesine rağmen bugüne kadar hiç kimse tedavî olmaya gelmedi. Onun için benim burada durmamın artık bir anlamı kalmadı. Müsaade ederseniz ülkeme dönmek istiyorum. Fakat sormadan da edemeyeceğim. Sizin arkadaşlarınız hiç mi hasta olmaz? dedi.

      Doktorun şaşkın dolu bakışlarına Resûlullah Efendimiz tatlı bir tebessüm ile karşılık verdi. Sonra da şöyle buyurdu:

      - Benim ashabım pek hasta olmaz. Çünkü onlar acıkmadıkça bir şey yemezler. Sofraya oturduklarında da tam doymadan kalkarlar!

       Doktor, bu ifadeler karşısında adetâ büyülenmişti. Bütün hastalıkların reçetesi işte bu idi. Şimdi Medinedeki Müslümanların neden hastalanmadığını daha iyi anlamıştı.

       Ya biz: Dolma-Sarma,Baklava Börek, 120 çeşit yemek olan açık büfe yemekler, neler neler.. sonra Hastanelerde uzun uzun kuyruklar..

      KSÜ Tıp Fakültesinden

      iyi günler

Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.