Evlat Acısı Başkadır

 

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde sokak kavgaları çığırından çıkmış, mahalleler, caddeler, kıraathaneler bölünmüş, okullar, yurtlar, kamu kurumları bile “sağcı” ve “solcu” diye ayrılmıştı. En kötüsü ise aynı evde iki kardeşin bir birini düşman görmesine sebep olacak kadar sağcılık ve solculuğun çığırından çıkmasıydı.

Bir partiyi, bir ideolojiyi savunmak veya herhangi bir şekilde dünya görüşüne sahip olmak, aynı zamanda potansiyel düşman görülmek için yeterliydi. Aynı şekilde karşındakini de düşman bilmeyi de sağlıyordu.

Kanımca o zaman ki ideolojilerin hep bir tarafı yanlış anlatılırdı; hoşgörü ve tahammül öğretilmediği gibi, herkesin farklı fikirde olmasından daha doğal bir şeyin olamayacağı da öğretilmezdi.

Sağ görüştekiler de, sol görüşe sahip olanlar da, “benim gibi düşüneceksiniz!” der, sanki karşısında ki kâfiri zorla “imana getirecekmiş” gibi bir halet-i ruhiyeye sahip olurdu.

İnsanlar ölürdü boş yere…

Bizim sokaktan geçtin, yan baktın, çalım attın” diyerek sokaklar savaş alanına döndürülürdü. Dolmuşa binmeye hazır yığınlar da vardı, gaza gelen insanlar da.

O zamanlar, özellikle bu ölümlerden, düşmanlıklardan rahatsız olan büyükler de hükümet ve muhalefeti suçlardı.

Hükümet olabilecek oyu alan veya koalisyonla iktidara gelen DYP Genel Başkanı Süleyman Demirel ve CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, en çok suçlanandı. Diğerlerinin aksine bu iki isim “evladı yok, evlat acısını da bilmiyorlar” diye de suçlanırdı.

Yoksa MHP Genel Başkanı Alpraslan Türkeş de vardı, MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan da.

Bu ikisinin ve diğer küçük parti liderlerinin çocukları olduğundan, en çok Demirel ve Ecevit suçlanırdı.

Bu suçlama bugün de farklı şekilde devam ediyor.

***

Terör olayları nedeniyle 30 yılı aşkın bir süredir insanlar ölüyor. Sivil, asker, polis ve terör örgütüne mensup olanların sayısı 50 binlere yaklaştı gibi.

Olayların en çok olduğu Güneydoğu’nun birkaç kentinde şehit olan askerlerin çoğunluğunun fakir çocuğu olması, “evlat acısını” gündeme getirerek, zengin çocuklarının şehit olmaması sorgulanıyordu.

Sahi neredeyse hiçbir siyasinin çocuğu, hiçbir yüksek bürokrat veya askerin çocuğu ile zengin işadamlarının çocuklarının şehit olduğunu, evlerine ateş düştüğünü, yüreklerinin yandığını gören olmadı.

O gün, “evladı yok, evlat acısını bilmiyorlar” diye suçlanan Demirel ve Ecevit’e karşılık, bugün “evlatlarını buralara göndermiyorlar” diye suçlananlar var. Hoş bir kısmı da bastırıyor parayı, bütün riskleri bir anda bertaraf edebiliyor.

***

Bu tür olaylarda çözüm için direnenlerin “acı nedir?” bilmesi çok önemli. Acıyı tadan, o acıdan başkasının tatmasını istemeyecek duruma gelebiliyor.

Evlat acısı çeken bir anne, yüreği dağlanan bir baba, başkasının aynı acıyı tatmasını isteyemez. Yüreğinde en ufak merhamet olan, insanlıktan bir gramlık nasibi olan bile başkasının evlat acısıyla yanmasını isteyemez.

***

İşte burası 30 yılı aşkın süredir devam eden terör olaylarının bitmesini sağlayacak yerdir. Evlat acısı çekenler olarak bu kanın durması, silahların susması, anaların gözyaşının dinmesi için koşulsuz, kayıtsız ve şartsız mücadele etmesi gerekir.

Türkiye’de Kürt Sorunu için silahların susmadığını söylemenin gerçeklerle bağdaşır hiçbir yanı yoktur. Devam eden bir süreç var ve silahlar sustukça hızla çözülmeye hazır sorunlar var. Dünle kıyaslandığında “insan hakları sorunu”nun önemli bir bölümünü artık bugün konuşmadığımız gerçeği var. Buna rağmen de “uygulama sıkıntısı” da var, yasaların anlaşılamaması da.

Türkiye’de Kürt Sorunu elbet var ama Türk Sorunu da var, insanlık sorunu da, bölgeler arası gelişmişlik sorunu da var. Sorundan çok ne var diye kestirip atmak da var. Çünkü vatandaşı halen insan yerine koymayan, kendisini Kaf Dağında görenler de var.

Bütün bunlara karşın, Demokratik Açılımla, bütün etnik kimliklere, inançlara, mezheplere özgürlük tanıyan ve aslında anaların ak sütü gibi hakkı olanların, gasp edilen haklarının iadesi de var.

Bunun için dar düşünmeye, ulufe dağıtıyormuşçasına afra tafra yapmaya, hak verirken pinti davranmaya gerek yok. Siz, kendiniz için ne istiyorsanız, herkes için de aynı şeyleri isteyebilmelisiniz. Kırmızıçizgi, mavi boyayla boyama, yeşille ayrıma olmaz. Eğitimse eğitim, dilse dil, kültürse kültür.

Hayatın her alanında bir Türk nasıl rahatlıkla yaşıyorsa, bir Kürt veya bir başka ırk ya da etnik kökene mensup vatandaş da aynı şekilde rahat yaşayabilmelidir. Bu engelli vatandaşlarımız için de , kadın veya erkek ayrımı yapmadan herkes için de aynıdır. Bir başka deyişle, engelleri kaldırmak, somut engelleri kaldırmak değildir, kafalarda ki engellerden arınmaktır.

Düne kadar Müslümanların inançlarını yaşarken ne badirelerden geçtiğinin canlı şahitleriyiz. Aynısını ne bir başka mezhebe, ne bir başka dine reva görmek, insanlıkla bağdaşmayacağı için, “çektiklerimi çekmesinler” deme büyüklüğünü göstermek gerekir.

***

Önce ki gün, BDP Milletvekili Sırrı Sakık’ın 25 yaşında ki oğlu Sidar’ın, girdiği bunalım sonuncu intihar ettiği haberini duyunca hem çok üzüldüm, hem de aklıma bunlar geldi. Sırrı Sakık’ın ruh halini anlamak için baba olmak gerekir. Sakık’ın çok zor bir süreçten geçeceğini de tahmin edebiliyor, sabırlar diliyorum.

BDP içinde evladını veya çok yakınını kaybedenler de var. Bu AK Parti’de de, başka partilerde de var.

İşte yukarıdan beri anlatmaya çalıştığım da bu.

Barışı başka yerde aramak yerine, yüreği yananların feryadının etkisine bakmak gerekir.

Bu etki, silahları susturacak, kanı durduracak, gözyaşını dindirecek bir etkidir.

Twitimden seçmeler

Ölenle ölünmez derler. Bazen ölenle ölünüyor. Ölen bir kez, kalan bin kez ölüyor, hem de her gün.

www.twitter.com/naifkarabatak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi