Fakirler Ölür, Zenginler İstismar Eder

En çok fakirler mi ölür, en çok iyi insanlar mı, kötüler dünyaya direk mi kalır, yoksa “her nefis ölümü tadacaktır” diye bildiğimiz ilahi emrin “zamanlamasına” mı çok takılıyoruz, bilemiyorum.

Bildiğim ise özellikle afetlerde en çok yoksulların öldüğüdür.

Yoksul semtler seçilir bütçeye göre…

Bütçeyi zorlamayan evlerde oturulur.

Dayanıklılık esas değildir, başını sokacak bir evdir önemli olan.

Ve bir gün o kaçınılmaz deprem geldiğinde, yoksul semtler öldürücü şekilde sarsılır.

Zenginler sallanır, bir heyecan duyarlar, belki adrenalleri yükselir.

Bir korku atlatırlar, bir hikâye anlatırlar, bir anı olarak saklarlar…

Can derdine düşer yoksullar.

Aramaya, kurtarmaya yardım ederler, umutlarını enkazın altında ararlar.

Sonra yoksullar yardım kuyruğuna girer, bir parça ekmek almak, bir battaniyeye sarılmak, çocuğunu üşütmemek için çabalar.

Geçici konutlar yapılır, kesin konutlar yapılır ve bir süre sonra acılar, hüzünlü bir anı ve yürekten kopan sevdalara kalır.

Zengin boş durmaz…

Oturduğu şık koltuklarda ve elini dahi uzatmadığı yoksulları istismar etmeye başlar.

Hatta 17 Ağustos depreminde olduğu gibi “geçici” vergileri “kalıcı” hale getirmek işlerine gelir.

Yetmez, bunla doymazlar bir de deprem yardımlarını iç ederler…

Sonra kışkırttıklarını sokağa dökerler.

***

Maden facialarında da durum farksızdır…

Yaşadığı yerde eğitim almayanın vazgeçemeyeceği iştir madencilik…

Ucuzdur işgücü, tıpkı hayatları gibi…

Evine ekmek götürecek bir iş bulur ve işine dört elle sarılır; dürüsttür de yoksul insan…

Ne çalacak milyon dolarları vardır, ne ihale kapacak fırsatı…

Bir kalemle değişen servetlerle işi olmaz onun.

Bir iktidarla yeni yatırımlar kapıp, yeni türeyen zenginlerden de olamaz.

Asgari ücret alt sınırdır, üst sınır ise zenginin bir gecelik eğlence parasıdır.

Kapkara yerde çalışır, kapkara olur her yanı.

İçi dışı karadır aslında, tıpkı kaderi gibi…

Ve hep bir korkuyla yaşar; ya bir göçük olursa diye…

Kendisi bir, ailesi bin korku yaşar, her işe yolladığında…

Ve bir gün maden çöker, yangın çıkar, zehirli gaz yayılır her bir yana…

O güne kadar dönüp bakmadığı insanlar, birilerinin aklına gelir.

Yüreği olanlar yanar, dua eder, çabalar, uğraşır, didinir…

Yardım eder o insanlar, destek olurlar ve acıyı yaşamasın diye ailelerin “kardeşi” olurlar adeta…

Ama birilerine gün doğmuştur…

Ölümü çok sever onlar, yoksulların ölümünü ama…

Onlar ölecek, diğerleri o ölümlerden nemalanacaktır…

Sokağa dökecekleri de yoksuldur çoğunlukla…

Bir birine kırdırdıkları da…

İyi bir şey yaptığını sananlar da vardır; duyarlılık göstermiş, ihmallerin hesabını sormuştur…

Oysa kendisini sokağa dökenler, o işletmenin sahipleriyle aynıdır…

Dünya görüşleri aynı, yaşam biçimleri aynı, işçiye bakışları aynı ve kazanma hırsları aynıdır.

Ama iktidarla sorununu, yoksulun sırtından çözmek işlerine gelir.

Bir gün insanları “yeşil” için sokağa dökerler, “alamadıkları” ihalenin hesabının sırtlarından sorulduğunu bilmezler.

Bir gün “yolsuzluk” var sanırlar, “yolsuzluk yapanların yanında” yer aldıklarının farkına bile varmazlar…

Ve bir gün maden faciası olur…

Sanki dünyada ilk kez bu tür facia yaşanıyormuş gibi sözler ederler…

İhmali olanları suçlayacaklarına, hesabı olanları suçlamaya başlarlar…

Hatta Hürriyet gibi gazetelerinde ihmali olan işadamını ince ince över, mason biraderlerine helal gelsin istemezler.

Hatta televizyon ekranında, “birkaç kişi ölse de” diye dua ederler, hesapları tutsun diye…

Sokağa çıkanlar, ihmalin hesabını sorduklarını, ölümlere yandıklarını sanırlar…

Yanarlar da bazıları, için için…

Ama hesabı olanların planı çok başkadır…

Daha önce denedikleri gibi bir kez daha yoksulların sırtına binerek ne kadar kazanacaklarını ve nereye kadar çıkacaklarının hesabını yaparlar.

Devlet, ister olay yerine anında ulaşsın, ister ulaşmasın, ister yardım yapsın, ister aksatsın umursamazlar.

Görevini yaparsa görmez, aksatırsa bahanelerinin üzerine yeni bir bahane daha eklerler…

Her zamanki gibi yoksullar ölür, iyi insanlar iyi atlara binip giderler…

Aileler, yıkılan yuvalarının, giden sevdalarına yanarlar…

İnsanlar dua eder, yardımda bulunur ve paylaşır o elim acıyı, hafifletme adına...

Ve istismarcılar, insanların acılarını bile pazarlamanın derdine düşer, biz ise acı acı seyrederiz.

Bu adaletsiz düzen ve bu aşağılıkça istismar hiç değişmedi, değişecek gibi de gözükmüyor…

Tweetimden seçmeler

Güzel bir gün ve güzel bir sabaha uyandım. Sadece ağzımda kekremsi bir tat var, kömür kıvamında.

www.naifkarabatak.net

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi