Adayların Çapı

Her siyasetçiyi eleştirecek birden çok insan bulunur. Ne kadar iyi olursa olsun, ne kadar donanımlı bulunursa bulunsun, ne kadar ileri görüşlü olursa olsun bu değişmez. Ancak, onun eleştirilmesi kötü olduğu manasına gelmeyeceği gibi gerçekten veya yalakalıkla dolu övgüler de onun iyi olduğu manasına gelmez.

Bir siyasetçinin gerçekten iyi mi, kötü mü olduğunu salt eleştirilere veya övgülere bakarak anlamak imkânsızdır. Siyasetçileri, siyasi kaygılardanve sevgilerden, şahsi dostluklardan veya düşmanlıklardan uzak değerlendirmek de pek kolay değildir.

31 Mart’ta yapılacak seçimlerde halkın karşısına çıkacak adaylar belirlenmeye başlandı. Öncesinde ise sahneye çıkanlar aday adaylarıydı. “Ben de varım” diyen, elini taşın altına koymak isteyen veya bu işten menfaat sağlamayı düşleyenler.

Her aday adayının farklı beklentileri olur. Kimisi –çok az olsa da- memleketini ve milletini çok sevdiği, onlara hizmet etmeyi ibadet gördüğü, bir sevda olarak yüreğinde beslediği için aday adayı olur. Bu tipler genelde aday edilmez. Siyasi partiler tarafından pek sevilmez de. Halk da bunları pek sindiremez. Hep işkillenirler ama asla da bir daha bulmaları kolay olamaz.

Siyasette en şanslıları, en fırıldak olanıdır; herkese şirin görünmeyi becerir, güler yüzlüdür, sıcakkanlıdır ama seçildiği andan itibaren cebini doldurmakla kalmaz, bütün sülalesini ihya eder ve hiç kimse de ona “hırsız” demez. O güler, onlar da güler. O halkın sırtını sıvazlar, onlar da “ağa sırtımı sıvazladı” diye bir hoş, farklı bir haz duyar.

Aday adaylarının önemli bir kısmı “ya tutarsa” diye aday adayı olur. Seçilmeyeceğini bilir ama hiç değilse yaptığı masrafın geri alınması, emeğinin karşılığını bir müdürlük, bir ihale..gibi bir karşılığının olmasını bekler. Tabii bu iktidar partisi için, diğer partiler de iktidara gelirse onu yok saymazlar diye umar. Bir de “adım yaşasın” diye aday adayı olan da olur. Kartviziti şişsin, çocuklarına, torunlarına bir anı bıraksın diye!

Maalesef Türkiye’de siyaset, “kendini ve ailesini kurtarma sanatı” olarak görülür. Hizmet etmek için yola çıkan siyasetçi, seçildiği andan itibaren bütün millete hizmet etmez, bütün millet onu emelinin gerçeğe dönüşmesi için çabalar.

Önce,henüz hak etmediği övgüleri alır.Gökten zembille indiğine kendisi bile inanır. Sonra herkes yağcılık kuyruğuna girer. Onunla çay içmek, onunla beş dakika sohbet etmek, onunla bir fotoğraf çektirmek, sırtının sıvazlanması, başının okşanması… bütün bunlar beklentisi olana hitap edecek seviyede gelişir. Siz neyi beklerseni,z o siyasetçi de size onu verir.

Bazısı burnundan kıl aldırmaz.

Nasıl olsa seçilmiştir, 5 yıl hiç kimseye minneti yoktur. Bırakın herkes kendisine yalakalık etsin, kendisinin hiç kimseye yalakalık etmeye ihtiyacı yoktur. Çok çok partisi bir daha aday göstermez. Olsun, yükünü tutmuş, omzuna atmıştır.

Ortaya çıkan aday adayları içerisinde herkes “ben olsam hangisini seçerdim” diye “ya şundadır ya bunda” diye oyun da oynar, ciddi ciddi akıl da yürütür ama kendisi olsa seçmeyeceği kişi aday edilir.

Siyasi partiler aday belirlerken, öyle kılı kırk yaran bir çabanın içerisine girmezler. Bu konuda söyleyen her şey koca bir yalandır. Bunun birkaç yolu var; birisi ne yazık ki paradır. Bu işi parayla halleden bir ekip vardır. Basarsın parayı, alırsın adaylığı.

Bir de hassas denge meselesi vardır; “şu kesimden bize oy gelmeli, o oy da bu adayla ancak gelir. Çapsız mapsız, kalitesizdir ama adamın oyu var” denip, aday edilir.

Bir de bazı hassas iller vardır. Onur meselesi yapılan iller; “Burayı iktidarın elinden/muhalefetin elinden almalıyız” diye çok güçlü olduğuna inandıkları ‘meşhur’ isimlerin adından nemalanmaya çalışarak aday edilirler.

Bu üçü anormal bir seçim; para ve oy kaygısı.

Diğeri, siyasi partilerin şehrinize bakışını yansıtır.

O parti şehrinizi ve orada yaşayan insanları nasıl görüyor ya da görmek istiyorsa “Benim adayım bu, yerseniz” diye size dayatır. Bunların içerisinde gerçekten de çok iyisi de çıkar, tamamen çapsızı da, artık o da şansınıza…

Ama şu kesin, siyasi partilerin belirlediği adaylar o şehre bakışı kesinlikle yansıtır.

Seçime giren ve kazanan aday da o şehrin insanlarını yansıtır.

Siyasi partilerin, benim adayım bu deme hakkına sahip olduğu gibi, seçmenin de “ben de bu adayı seçmiyorum/seçiyorum” deme hakkı vardır!

Her dayatılanı seçmek, bir özgürlük değil, kendini değersizleştirmektir.

***

Biz bir birimizi tanırız derler. Şanlıurfalıların “Urfalıyağ, hep bir hallıyağ” sözü buna en güzel örnektir. Biz, bir birimizi çok iyi tanırız. İçimizden çıkan da ancak bizim gibi olur.

Aslında bu yanlıştır.

Olması gereken, öne çıkanın, bizden bir adım önde olması gerektiğidir.

Bizden daha iyi gören.

Bizden daha iyi duyan.

Bizden daha iyi konuşan.

Bizden daha iyi yorumlayan.

Bizden daha iyi analiz eden.

Ufku bizden daha açık.

Bilgisi, birikimi, kültürü –olumlu anlamda- çok çok farklı.

Şehri imar ve ihya edecek kapasitede olması gerekir.

Koca bir şehrin tamamı lider olmaz; liderler, koca bir şehir gibi olamaz.

Bütün bunlar hassas bir dengedir ama hiç kimsenin bir denge aradığı yoktur.

Birlikte çay içeceğiniz, aradığınızda size cevap verecek, oturup muhabbet edeceğiniz, arada bir de fotoğraf çekip sağa sola caka satacağınız aday arıyorsanız, tam yerindesiniz. Kahvehanede pişpirik arkadaşınız tam size göre. Bu tiplerden bolca vardır ve ne yazık ki seçimlerde de hep bu tipler aday edilir.

Hizmet mi, boş versene!

Hizmet gibi birbeklentisi olan iller, hizmet edeni öne çıkarmayı çok iyi bilir; Bakın sağınızdaki ve solunuzdaki illere.. çok daha iyi anlarsınız…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi