Hükümet kuralım, hükümet yıkalım!

 

Eskiden kahve köşelerinde hükümet kurup, hükümet yıkardık. Çayın şekerini karıştırmaya başladığımızda mevcudu yıkardık, çayın son yudumunu aldığımızdaysa hükümeti yeniden kurmuş olurduk.

Elbette her zaman konu hükümet değildi, bazen de gündemdeki başka konuydu veya dünyanın her hangi bir yerindeki sorun.

Bizden kaçmazdı tabii ki…

Yine çayın şekerini karıştırmayla, son yudumu alma arasında geçen sürede, tüm sorunları hallediverirdik. Masadan kalkıp, evimizin yolunu tuttuğumuzdaysa, her şey yerli yerindeydi, sorun, sorun olarak dururken, çözüm için kafa yoranların haddi hesabı olmazdı.

Şimdi de kahve köşelerinde aynı şekilde sorun çözenlerimiz var ama daha çok bu iş sosyal medyada yapılıyor, belirleyici olan konulara da sıkça rastlanıyor.

Dün bir farklılık yapayım dedim, hani sosyal medyanın gücünü test edeyim, köşemi onlar belirlesin.

Hali üzere arkadaş listemdekilere on dakikalığına “köşemin konusunu belirleme” çağrısında bulundum.

Bazıları oraya yazmaya çekinmiş olmalı ki, özel mesaj attılar, bazıları e-mail, bazıları da telefonla konu teklifinde bulundu. Çok az arkadaşımsa notumun altına yorum yaptı.

Grip deyip geçmeyin” diyenin mustarip olduğu hastalığı anladık. Siz yine de grip deyip geçmeyin, tedbirinizi alın.

Memleketin kaderi kötü” diyen sevgili dostumun mesajını aldım ama “yerel” kalmama adına kötü kaderiyle baş başa bırakıyorum. Nasılsa o kenti yönetenler, memleketin kaderinin kötü olduğunu dillendiriyorsa bize laf yetiştirmek düşmez.

Mutlu köleler” diyen dostum ise farklı bir yaraya parmak basmıştı. Dünkü yazımda statükonun asıl hedefinin “Mutlu köleler yaratmak” olduğunu söylemiştim. Aslında Ergenekon gibi terör örgütlerine gerek olmadan da “halinden memnun köleler”in olduğu bir ülkede yaşıyoruz, maalesef…

Başbakanın Balyoz sanığı emekli general Ergun Saygun’u ziyaret etmesini yorumlamamı isteyen de vardı.

Bu başlı başına bir yazı konusudur.

Ama şunu söyleyeyim, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ziyarete iki yönden bakmıştı; birincisi “insani yönden” Bu yönden bakınca normal olduğunu söyledi ama ikincisi ise “Ergenekon’a yapılan haksızlıktan” dolayıysa diyerek, durumdan vazife çıkardı.

Bence birinci yönden baksın, yani olaya “insani” yönden baksın…

Elbette bu kadar basit değil, o ziyareti doğru yorumlamak ve okumak istiyorsanız, “barış” mesajlarının havada uçuştuğunu unutmayın ve aslında “muhatap” kesimin göz ardı edilmemesi adına yapılan bir temas olarak da algılayabilirsiniz.

Eee hep diyoruz ya, Ergenekon’un parmağı her yerde diye…

Daha çok vardı, dün sınırdaki patlama, makam hırsı, insanın gözünü kör eden saltanat, emeklilere zam, sağlık ve eğitimle ilgili yazmamı isteyenler…

Ama birisi dikkatimi çekti…

Arkadaşını satana dürüst denmez”di…

Satana” zaten arkadaş da denmezdi, dost da…

Belki de karıştırdığımız bu, her arkadaşı dost görmemiz, her yüzümüze gülene güven duymamızdır.

Sanırım Mevlana’nın “Sarımsak Tarlası” diye bir hikayesi vardı, dostluk üzerine…

Hani bir genç babasına “dostunun çokluğuyla” övünürmüş de, babası çok dostu olamayacağını, onların arkadaş olduğunu söylermiş.

Babasıyla iddialaşmaya varan konuşmalar geçmiş, babası da sınama teklif etmiş.

Buradan sonrasını o akıcı üslupla aktarayım…

***

Bir akşam bir koyun keserler ve koyarlar çuvala. Baba der ki oğluna, ‘Hadi al bu çuvalı, şimdi götür dostuna’. Çuvaldan kanlar damlamakta, Sanki öldürmüşler de bir adamı koymuşlar çuvala. Dıştan böyle sanılmakta.

Delikanlı sırtlar çuvalı, gider en iyi bildiği dostuna, çalar kapıyı. O dost, bakar ki bir çuval, hem de kanlı, kapar hızla kapıyı delikanlının suratına, almaz içeri arkadaşını. Böylece tek tek dolaşır delikanlı kendince tanıdığı sevdiği dostlarını. Ne çare, hepsinde de sonuç aynıdır.

Evlat geriye döner ama içten yıkılır...

Babasına dönerek; ‘Haklıymışsın baba’ der. ‘Dost yokmuş bu dünyada ne sana, ne de bana...

Baba ‘Hayır evlat!’ der, benim bir dostum var bildiğim. Hadi, çuvalı al da bir kere de git ona...

Genç adam, çuvalı sırtlar tekrar.

Alnından ter, çuvaldan kanlar damlar...

Gider, baba dostuna. Kabul görür, sevinir.

O dost, delikanlıyı alır hemen içeri.

Geçerler arka bahçeye. Bir çukur kazarlar birlikte, çuvaldaki koyunu gömerler adam diye, üzerine de serpiştirirler toprak.

Belli olmasın diye dikerler sarımsak... 

Genç adam gelir babasına; ‘Baba, iste dost buymuş’ diye konuşunca, babası; ‘Daha erken, o belli olmaz daha. Sen yarın git ona, çıkart bir kavga, atacaksın iki tokat, hiç çekinmeden ona, işte o zaman anlaşılacak, dostun hakikisi. Sonra gel olanları anlat bana...’

Genç adam, aynen yapar babasının dediğini, maksadı anlamaktır dostun hakikisini, babasının dostuna istemeden basar iki tokadı!   

Der ki tokadı yiyen dost; ‘Git de söyle babana, biz satmayız sarımsak tarlasını böyle iki tokada!’

***

Eğer böyle bir dostunuz varsa, sizin başka bir şeye de ihtiyacınız yok demektir…

O zaman mutlu köle de olmazsınız, gribe yakalandığınızda bir tas çorba yapanınız da bulunur.

Bir tek hükümet kurup, hükümet yıkmak kalır ki, ona devam!…

Twitimden seçmeler

Ya korkmayacaksınız ya korkunuzu ele vermeyeceksiniz. Sizi sevmeyenlerin elinde koz olmayacak, ilk vuracağı yeri öğrenemeyecekler.

www.naifkarabatak.net

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi