İdeoloji Kalmamıştı, Parti de Kalmadı

İnsanların seçme şekli mi değişti, yoksa menfaatler ideallerin üzerine mi çıktı, aslında ciddi şekilde araştırılması/tartışılması gereken bir konu.

1980 darbesi, Türkiye’de ideolojik partilerin terkedilmesine neden olduysa da, uzunca bir süre bu anlayıştaki partiler hayatiyetini zor şekilde sürdürdü.

Ancak 30 Mart’ta yapılacak seçim öncesi yaşananlar, bütün siyasi anlayışları altüst edecek kadar önemli.

Kirasını cebinden karşıladıkları, aidatını toplama yöntemiyle ödedikleri, çay ve şeker masraflarını “pamuk eller cebe” diye hallettikleri ve haftada bir “ağızları acı eden” çiğ köfte veya ağızları tatlandıran baklavaları da “zengin partilinin” ikramıyla karşılayanlar şimdilerde sefahat içinde yüzüyor…

Her seçim öncesi “bir belediye encümeni” veya “bir il genel meclisi üyeliğine” aday çıkartmayan küçük partiler, şimdi “aday edilmeyenlerin” bağrını açtığı “yedek parti”ye dönüştü…

Listeler açıklandıktan sonra aday edilmeyenler, soluğu “yedekte tuttuğu” partide almaya başladı.

Meclis üyeliklerinde beklediğini bulamayanların adresleri de “beni listeye alan” parti oldu…

Seçmenler için de benzerleri var…

50 yıl bir ilçeyi yöneten ailenin aday edilmeyen bir üyesi, “haksızlığa karşı” halkı toplayabiliyordu…

Herkes “halkın adayı”ydı…

Aday adayı olduğu partinin adayı olsa da, olmasa da “halkın adayı” değişmiyordu.

Birisi “halkın adayı” olarak seçmenlerin karşısına çıkarken, öbürünün ondan kalır yanı yoktu, o da “halkın adayı” olarak seçmenin karşısında duruyordu.

Siyasi partilerin “tepeden” aday belirlemesi yeni değildi.

Partiler kurulduğundan beri “tepeden inmeci” bir yaklaşımla aday belirlenir, “yerseniz” diye de halka sunulurdu. Bazısını yerdik, bazısını yemezdik.

Ama şimdi hangi parti olursa olsun, “yukarıda belirlenen” aşağıda kabul görmüyor. Temelde baktığınızda bu iyi bir şey gibi algılansa da, ikinci adres olarak gördüğü parti de adayını aynı şekilde belirliyor…

Kabul görmediği parti dışında bir başka partiye giderek, “halkın adayı” oluyor.

Oysa daha öncede aynı aday “tepeden inmeci” bir şekilde aday edilmişti.

Seçmenler, “kendisine yakın” veya “nemalanacakları” adayın arkasından gitmeye başladı.

Bunda “hangi partiden aday olduğu”nun da bir önemi de kalmadı.

Düne kadar kapısının önünden geçmedikleri, belki ağır konuştukları, belki de hakaret bile ettikleri siyasi partilerse “kucak açılan partiler”den öte “işine geldiğinde kullanılan parti”  konumuna düştüğünü kabullenmeyerek, bangır bangır propagandasını yapmaya başladılar.

Oysa daha düne kadar o adayın görev yaptığı yerel yönetimle ilgili akla hayale gelmedik iddiaları vardı; belki çalışmıyordu, belki çalıyordu, belki yakınlarını koruyordu…

Bütün bunlar “bizim partiden” olursa aklanıyordu.

Demek ki siyaset “ben varsam” yapılacak bir şeydi, yoksa bir başka parti beni kabullenebilirdi…

***

Darbeler bize çok şey öğretti aslında…

Belki de darbeler bizden çok şey alıp götürdü.

İdeallerimizi aldılar elimizden…

Memleket kurtarmanın bize kalmadığını öğrendik belki.

Bırakalım herkes görevini yapsın, kurtarma konumunda olanlar kurtarsın.

Darbe sonrası “kapitalist” insan sayısının fazlalığı, yerden bitmelerden kaynaklanmadı; ideallerini bir kenara bırakıp, dünya işine dalanlar nedeniyle oldu.

Sonra mücahitlerin müteahhitliğe soyunanlarını, harama bulaşmayanların debelenmesine tanıklık ettik.

Her insan için olmazsa olmaz sayılan dürüstlük, şimdi lüks sayılmaya başlanmış, mumla arar olmuştuk.

Kimin eli, kimin cebinde belli değildi.

Şimdi hiç değil…

Farklı partilerin adayını destekleyenler, seçim masrafını ödeyenler, kampanyanın tüm giderini karşılayanlar, “bu kazanmasın da, ne olursa olsun” diyenler…

Hedefindeki partinin “daha az oy alması” adına doğru bildiğimiz bütün yanlışlara sarılan yapılanmalar…

İnsanın aklı karışıyor, kim, kime hizmet ediyor?

Bir partiyi desteklemek “dini bir görev” değil ama bir partiye karşı çıkmak da “dini bir görev” olmadığına göre bu neyin kavgası, bu neyin ödünleri anlaşılmıyor.

30 Mart seçimleri ve sonrasındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik taban kaydırma operasyonları, farklı şekilde yansıtılarak yapılıyor.

Bu sadece bir partide değil, bütün partilerde benzer oyunlar oynanarak, “tabanları tümden kaydırma” harekâtı yapılıyor.

Böylece insanların “kendi tercihiyle” partisini belirliyormuş intibaı verilmek isteniyor.

Oysa ortada dönen şeyin tam adı menfaattir…

Uydurulan kılıfsa çok…

Bütün bu hengâmede kimin algımızla oynadığını seçmek pek kolay değil.

O nedenle “hiçbir hesabı olmayan” vatandaşların siyasi tercihlerini özgürce belirlemesinin, “algıya karşı bir zafer” olarak değerlendiriyorum.

İnsanlar oylarını, kendi tercihleriyle belirlemeli, oluşturulmak istenen algıyla değil…

Kabul ediyorum, ideolojiler çökeli çok oldu ama partileri çökertmek isteyenlere fırsat verememek gerekiyor.

Zira, siyasi partiler, halkın tercihleri üzerine kurulu yapılardır ve o yapılar, bazı örgütlerin oyuncağı olmaya başlarsa darbe yapmaya hiç gerek kalmaz ve vesayetçilerin işi çok daha kolaylaşır…

 

Tweetimden seçmeler

Yüzündeki o tebessüme kavuşmak için ne çok ağladın, ne çok ağlattın...

www.naifkarabatak.net

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi