Mutluluk Nedir Biliyor Musunuz?

Mutluluk nedir biliyor musunuz, diye başlayan sorular bir biri ardına gelse tahmin ettiğim gibi herkesin kendince söyleyeceği şeyler vardır.

Hatta bu söylenenleri toplasan ve benzerlerini bir kenara ayırsan dahi, koca koca ciltleri dolduracak bilgiye erişebiliriz.

Bu kadar bilgiye karşı, bu kadar insanın neden mutsuz olduğuna da şaşırmaya başlarız.

Mutluluk, yüzün gülmesi, kahkaha atılması, şen şakrak bir yapıda olunması değil çünkü.

Somurtmak, bir kenara sinip kalmak, konuşmamak, yazmamak, toplum içine çıkmamak, kaçmak, uzaklaşmak, hep yakına gitmek de mutsuzluk değil.

Belki dışı bizi, içi başkalarını; belki içi bizi, dışı başkalarını yakıyordur, kim bilir…

Kimin mutlu olup olmadığını bilmek o kadar kolay değil.

Belki kimin mutsuz olduğunu bilmek, mutlu olanı bilmekten daha kolaydır.

İyi rol yapılmıyorsa bir bakışta, göz göze her gelişte, sesinin tonunda, nefesinin şeklinde, yürüyüşüne, duruşunda, oturuşunda, kalkışında, yüzünü çevirişinde, gözünü kaçırmasından anlayabiliriz.

Daha çok şekilde anlama imkânı var ama insanları tanımadan önce kendimizi tanımaya başlarsak…

Mutlu olmanın çok formülü var; tıpkı mutsuz olmanın formülleri olduğu gibi.

Kendin olursan, mutsuz olmanın imkânı yok, bunu biliyorum.

Ne istediğini biliyorsan da mutsuz olman zor…

Büyük hayaller kuruyorsan, hayal kırıklığının çok olacağına, dolayısıyla mutsuzluğun da kaçınılmaz olacağına yine kuşku yok.

Şükretmek, belki de mutluluğun başında geliyor.

Senin olanı istemek, başkasının olanda gözü olmamak da mutluluğa kapı aralamadır.

Azıcık aşım, dertsiz başımdır belki de mutluluğa açılan ilk kapı.

Belki de avucumuzun tam içinde bir kelebektir, meşhur hikâyede olduğu gibi.

Eğer avucumuzu sıkarsak kelebek ölecek yani mutsuz olacağız; avucumuzu açarsak kelebek uçup gidecek, yine mutsuz olacağız.

Öyle olmalı ki, ne kelebek ölmeli, ne kelebek uçmalı…

Bir dengede tutmalı.

Kin, haset, nefret, laf taşıma, dedikodudan başını kaldırmama, herkesten önce kişiye zarar verir ve kendi ellerinle kendi mutsuzluğunu çağırırsın ayağına kadar, yüreğine kadar.

Mutlu olmak, belki de önce kendine saygıda başlar ve yapacağın her şey, söyleyeceğin her söz, yazacağın her yazı kişiliğini yansıtır; iyi şey söyler, iyi şey yazar, iyi davranırsan mutsuz olmanın imkânı yok.

Eğer kendine saygın yoksa başkalarına saygının olması da beklenemez.

Kendine hak bildiğini başkasına hak görmediğinde de benzer durumla karşılaşırsın.

Bu ister özgürlük olsun, ister kazanma olsun, ister çalışma…

Hep alan, hiç vermeyen mutlu olduğunu sanır ama içten içe mutsuzluğa davet çıkarır.

Hep veren ama bir türlü alamayan, denize attığı iyiliklere saysa da, Halık’ın bileceğini düşünerek mutlu olur.

Mutluluk, çevrene ışık saçmaktır belki de…

Hiç kimsenin senden zarar görmeyeceği bir insan olmaktır…

El uzatmaktır düşküne, sevgisini vermektir…

Yukarı bakmak insanı her zaman mutlu etmez, yukarı çıkmak da her zaman mümkün olmaz.

Böbürlenmek insanı mutlu etmez, küçük dağları kendi yatarmış gibi caka satanların mutlu olduğu görülmemiştir.

Belki de mutlu olmak, insan olmayı hatırlamaktır ve dünyanın geçici olduğunu bilmek, geçici şeylerin kavgasını vermemektir.

Makam, para, şan, şöhret değil, gözünün tam karşısında, sana içten bakan, pırıl pırıl parlayan bir çift göz görebilmektir mutluluk…

Mutluluk, varlığınla huzur bulanların sayısınca artar, aksinde ise düştükçe düşer…

 

Tweetimden seçmeler

Barışı sağlayacak olan ne devlettir ne terör örgütleridir ne de savaş isteyen ülkelerdir. Barışı hayata geçirecek olan halkın ta kendisidir.

www.naifkarabatak.net

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi