O lahika yeniden yazılsaydı!

Bugünü değerlendirirken, dün yaşananları yok saymak mümkün değildir. Bugünü değerlendirirken, “yarına neler taşıyacaklarını” hesaplamak da önemlidir. Bir süredir yaşananlar, daha önce çokça örneği görülenlerin farklı versiyonudur.

Yaşadıklarımıza genel olarak “statükonun ayakta kalma çabası” olarak değerlendirilse de, her darbe döneminde sahneye konulan oyunlar, bir birine çok benzer.

İlla darbe olması, illa darbe için bir oyun oynanması gerekmez.

Zaten darbe de, “sırf darbe yapma” adına yapılmaz.

Temel olarak darbeler, “vesayet” sisteminin ayakta kalma çabasıdır.

Statükonun devamı, güçlerinin muhafazaya yarar.

Kurdukları tezgâh bozulmasın diye mücadele ederler.

Halkın kendilerine “asla görev vermeyeceğini” bildikleri için, bunu yasadışı şekilde ama yasal kılıflarla ayakta tutmaya çalışırlar.

Yasal kılıf yutulsun diye “sahneye” oyun koyarlar.

Bazen kardeşi kardeşe kırdırırlar, bazen olmayan şeyi varmış gibi gösterirler.

Daha çok “suç” atarlar, “iftira” ederler, “delil” koyarlar, “söylenmemiş” sözleri, söyletirler…

Öldürmek” gerekirse öldürür, “yıkmak” gerekirse yıkarlar.

Ölenlerin sayısı, yıkılanların miktarının, kaybedilenlerinin oranının önemi yoktur.

Söz konusu oyun sahneye konduğunda, sonuç lehlerine olacaksa, kaybedilenlerin önemi, kazanacaklarının yanında çok değersizdir.

Bu kaz gelecek yerden tavuk esirgememekten çok daha kötüdür.

Çünkü ne tavuk kendilerinin, ne gelecek kaz…

***

CHP'nin tek parti döneminde milyonlarca Müslümanla birlikte türlü baskılar gören BediüzzamanSaid Nursi’nin Emirdağ Lahikası’nda söyledikleri, gündeme çok uygun düşüyor.

Ama bana göre merhumSaid Nursi, eğer bugün yaşananları görseydi, o lahikayı yeniden ama bu defa çok daha sert, kapsamı çok daha geniş şekilde kaleme alırdı.

Bediüzzaman Said Nursi’nin Emirdağ Lahikası’nda, “Bu asil Türk milleti ihtiyarıyla o partiyi kat’iyen iktidara getirmeyecek.” diye başlıyor.Nedenini ise “Çünkü Halk Partisi iktidara gelecek olursa, komünist kuvveti aynı partinin altında bu vatana hâkim olacaktır.” diyor.Tabii o zaman için komünist kuvveti, dünyanın en kötü kuvvetiydi. Şimdi kominizim solda sıfır kaldı. Onun yerine “derin yapılanmalar” dilediğini parmağında oynatıyor, sermaye çevreleri de “sokağa dökeceklerini” ihaleyle belirliyor.

Said Nursi, sözünün devamında “Halbuki bir Müslüman kat’iyen komünist olamaz, anarşist olur.” derken çok ilginç bir hatırlatma da yapmış oluyor.

Müslüman’ın aykırı, kabul etmeyen, karşı çıkan, mücadele eden, savaşan, eylem yapan, daha iyiyi arayan olacağını da söylemek istiyor.

Sonra, “Bir Müslüman hiçbir zaman ecnebîlerle mukayese edilemez.” diyerek farkı ortaya koyuyor.

Said Nursi, Demokrat Partiyi niye desteklediğini de son olarak şöyle anlatıyor; “İşte bunun için, hayat-ı içtimaiye ve vatanımıza dehşetli bir tehlike teşkil eden bu partinin iktidara gelmemesi için, Demokrat Parti'yi, Kur’ân ve vatan ve İslâmiyet namına muhafazaya çalışıyorum.

***

CHP, tek parti döneminde en çok inançlı insanlara ama “Müslüman” olan inançlı insanlara zulmetmişti. İnançlı insanlara karşı olduğu halde onların nasıl Kur’an okuyacağını, nasıl ezan okuyacağına kadar karışmıştı.

Sonra Aleviler bu zulümden nasiplenmişti, hatta “katliam” boyutunu aşan bir zulme uğramışlardı.

Sonra toplumun “avam” kesimi bu zulümden nasibini almıştı. Köyünde, kentinde sorunlarla boğuşan, üç kuruşa talim eden, karnını doyurmakta zorlanan, akşama kadar bir ekmek parasına çalışan insanları “hor” görmüş, hatta Ankara’nın Kızılay’ına girmeleri bile “belli saatlere” bağlanmıştı.Çünkü “cahil köylüler” CHP’yi ele güne mahcup edebilirdi.

Bediüzzaman Said Nursi, hayatta olsaydı ve Emirdağ Lahikası’nı yeniden yazsaydı neler derdi neler…

Kimin elinin, kimin cebinde olduğunun anlaşılmadığı bir zamanda, at izinin, it izine karıştığı bir dönemde, devletin değil, bazı cemaatlerin “zulmünden” çekinildiği bir yerde, kendisinin izinde ve talebesi olduğunu iddia edenlerin, lahikada “katiyen” diyerek iktidara getirmeyecekler değil, getirecekler arasında olduğunu görse, hatta daha da ileriye giderek, komünistin hafif kalacağı “şer odaklarıyla” aynı amaca, aynı sponsorların desteğiyle gittiklerini gözleriyle görse, neler derdi neler…

O lahikanın çapı o kadar genişlerdi ki, tahmin etmemek mümkün değil.

Çünkü, her insan, nasıl inanıyorsa öyle yaşar.

Kimlerle beraberseniz, onlarla birlikte veya onlara hizmet ediyorsunuz demektir.

Aynı amaca hizmet edenler, aynı yerde durmasını bilirler.

Ve aynı amaca hizmet edenler, aynı düşmana karşı dururlar.

30 Mart öncesi bu biraz karıştı.

Herkes AK Partiye karşı.

Türkiye’nin yarısına yakını, diğer yarısını “düşman” belledi.

O yarı da, diğer yarının “adımlarından” çekinmeye başladı.

İşin ilginç olanı “milli irade” diyerek AK Partili olan veya AK Partinin yanında duranlar, temelde “aynı görüşe” ve “aynı inanca” sahipler…

Belki farklı fikirleri var…

İnançta farklı düşünenler var…

Yaşam tarzıyla bir birine çok zıt olanlar bile var ama genellikle “milletin iradesi” veya “yarınlara” bakışta düşünce birliğine sahipler…

Ama öbür yanda duran ve yüzde ellinin içinde değilse de, yüzde 25-30’luk “hiç artmayan, hiç eksilmeyen” ve “asla da iktidar olması mümkün olamayan” kesimin “birlikteliği” şaşırtıyor.

Desteğini aldıklarının “inançları” yanlarında durmalarına engel…

Karşısına aldıkları, yanlarında olmaları gerekenler…

İdeolojilerin yerle yeksan olduğu bir zamanda, inançların ve “duruşun” da yerle yeksan olması çok garip…

Bir insan belki her şeyi yapabilir…

Kendisine yakıştırdığı her türlü iyi ve kötü davranışları yapması mümkündür.

Ama “sorumlu olduğu” kitleyi, nasıl ikna edeceği, nasıl yanlışa sevk edeceği, nasıl uçurumdan aşağı yuvarlayacağı, nasıl inancına ihanet edeceği önemli…

İnsanlar fert olarak her türlü yanlışı yapabilir.

Ama bir topluluk olarak aynı yanlışı yapmak, çok kolay değildir.

Çünkü insanlar düşünür, kıyas yapma becerisi vardır, değerlendirir, ölçer, tartar, doğruyu ve yanlışı ayrıt edebilir ve tartışır, karşı çıkar, destek verir…

İnsanlar, aklıyla, zekâsıyla, yüreğiyle, inancıyla, dünya görüşüyle, kültürüyle ve sahip olduğu tüm değerlerle ne yapacağını ve nasıl yapacağını bilir.

Uzaktan kumandalı bir şekilde, robot gibi, denileni yapmaz.

Yapanlar yok mu, elbette var.

Ama onların “bir güç” veya “bir kitle” olduğu söylenemez, uyuşmuş beyne sahip yığınlar olarak adlandırılır, hepsi o…

Hâsılı, çok karışık, çok kirli bir ittifak söz konusu; bir kalksan, neler göreceksin üstad!

Tweetimden seçmeler

Her türlü puştluğu yapmak için emir alanların “yetkili” olduğu yerde, ahlaklı seçim süreci geçirmeyi beklemek, çok ahlaklı/masumane bir beklentidir!

www.naifkarabatak.net

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi