Habibe BAYKALKÖK

Habibe BAYKALKÖK

Orta Asya’dan Anadolu’ya Doğan Güneş

Fars dilini bilir de, sevip söyler "Türkçe yi

Sevmiyorlar bilginler, sizin Türkçe dilini,

Bilgelerden dinlesen, açar gönül ilini,

Ayet - hadis anlamı Türkçe olsa duyarlar,

Anlamına erenler, başı eğip uyarlar,

Miskin zayıf Hoca Ahmet, yedi atana rahmet

Fars dilini bilir de, sevip söyler Türkçeyi,,

Hizmet için gönülden isteyip de, asla yolda kalan olmamıştır. Hoca Ahmed Yesevi'nin hizmetlerini onun yolunda olanlar ne kadar anlatsa da bitmez.

  Türk dünyasını, atalarımızın yaşadığı yerleri çok ama çok merak ediyordum. Hiç bir samimi istek, karşılıksız kalmazmış. Rab’bim de bana nasip etti geldim gördüm ve şimdi de yazıyorum. " Gören gözler”, daha güzelini yazsın anlatsın! Temennimiz arkadan gelen nesillere de Yesevi mekânından haberdar olsun.

Geçen gün üniversite hastanesine gider iken, yanıma yaşının 75-80 arası olduğunu tahmin ettiğim bir teyze yaklaştı.

- A kızım Medeniyet Sarayı (Medeniyet Ortalığını soruyor) neresi dedi? Yerini gösterdim ve ne güzel Türkçe konuşuyorsun, teyzeciğim dedim.  Ben Kazak’ım, sen neredensin, dedi. Sen de güzel konuşuyorsun deyince, o zaman sen Kazak Türk'ü, ben Türkiye Türkü'yüm dedim. Biraz daha sohbet ettikten sonra rahmet (teşekkür yerine) vedalaşıp ayrıldık.

Bazar da (çarşı) yaşları ellinin üstünde olanlarla çok güzel anlaşıyoruz.

Bir şey söylerken; sizde de öyle mi? Diye doğrulama çabalarını bir görmüş olsanız. Hayran kalırsınız!

 Taksi şoförüne, çocuklarınız okulda hangi alfabeyi kullanıyorlar,  diye sorduğumda cevabın güzelliğine bakın. “balalar mektepte tilimizdi kril alfavitmen jazadı( çocukları okulda dilimizi Kiril alfabesiyle yazıyor). Men bili,  Presedent Sultan Nazarbayev’e gıra 2017’de Latin alfavitmen kerek ” (ben biliyorum ki, Başkan Sultan Nazarbayev’e göre 2017 yılında latin afabasi kullanılacak) dedi. Bu cümle de Türkçe olamayan ne var? Sadece Batı dillerinden başkan kelimesi değil mi? Bir şey soruyorsun,” bıldır bardı simdi jok” diyorlar. Buna benzer çok örnek var. "kız beşikte, çehiz sandıkta" deyimiyle bitirelim, babaannelerimizin, annelerimizin kullandıkları çok kelimeleri hala yaşlılar kullanıyorlar.Yer sofrası, eski bizlerdeki ev düzeni aynı.  Hayat tarzını alıp gelmişiz Anadolu’ya. Ama biz ne kadarını koruyabildik ki?  Burada da aynı değişiklik, hele şimdiler de daha hızlı bir değişim var. İleri de  gelenek ve görenekler diye ayrıca yazacağım. Ama gençlerde dil bitmiş, Hoca Ahmed Yesevi'nin bin yıllık  birikimini folklorik kültürle taşıyanlar, küreselleşmenin yarattığı kültürel erozyonun etkisiyle son 25 yılda Rusça eğitimle ve aydının daha çok Rusya’ya özenmesiyle eski kültürü  bitiriyorlar sanki. Bizde olduğu gibi nesil ve kuşaklar arası mesafesi bir hayli açılmış.

Bilindiği gibi Divan-ı Hikmetin yazarı, dönemin Türkçe aşığı dilini kaybedenlerin coğrafyası ve dini de  kaybolur korkusunu duymuş olmalı ki, güzel insanlar güzel insanlarla  karşılaşsınlar diye yoldan yola revan olmuştur o genç yaşında. 

Bu kadar seyahatin bir amacı vardı: Kuşlar misali kanat çırpıp, hak yoluna adeta uçarak yaşamdan  ölüme yol alır iken… Türk dili ve İslam dini bir medeniyet tasavvurunun itici gücü olsun istiyordu.

 Seni sen yapan da, hepimizi bu duygulara iten de fıtrat ve ruh hali değil midir?

Bu hafta Çilehanesini ve diğer bölümleri  resimleyerek gezerken,  onu anlamam ve anlatmam beni  aşıyor korkusu olsa da, karınca misali bir hizmetim olabilir mi diye yazmadan da edemedim tüm bunları.

   Nahl sûresi, 125’inci ayette “sen Rab’binin yoluna hikmet ve  güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Rab’bin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve o hidayete erenleri de çok iyi bilir”. şeklinde buyurduğu gibi, Yesevi de insanları hikmetli sözlerle en güzel şekilde İslâmın tevhit anlayışına ve dayanışmaya  çağırmış ve bunu da geçerli bir metod olan şiirle yapmıştır.. onun dizelerinde insanlar; dini mesajları, ahlaki davranış ve erdemi, en yalın ve anlaşılır şekilde öğrenmişlerdir.

 Alperenler,  Ahî ve Bacıyanlar, Yesevi'nin Dervişleriydi.

Daha sağlığında, binlerce öğrenci, Ahmed Yesevî mektebinden aldıkları inanç, bilgi ve bilinç ile Horasan'a, Deşti Kıpçak-Kuzey bölgelere, Diyâr-ı Rûm (Roma Diyarı) diye adlandırılan Anadolu'ya ve Avrupa Türklüğüne ulaşmışlardır. Anadolu'da ve Rumeli'de Türk varlığının kökleşmesinde en büyük hissedarlar Yesevî takipçileri değil mi? Osmanlı Devleti'nin manevi kurucuları olan Şeyh Edebâli, Hacı Bektâş Velî, Geyikli Baba da ; Ahmed Yesevî'nin dervişlerindendir.  Ahmed Yesevî'nin Anadolu'ya gönderdiği Hacı Bektaş Velî, Osmanlı ordusunun belkemiği olan Yeniçeri ocağının piri idi.

 Yine, Ahmed Yesevî'nin Hacı Bektaş'a yardımcı olarak gönderdiği Sarı Saltuk, Balkanlarda Müslümanlığı kökleştiren kişidir, Türbesi de İstanbul'da, Sarıyer'dedir.  Bursa'nın fethini hazırlayan Geyikli Baba, bir başka Yesevî takipçisidir. Özetle  Anadolu'nun Türkleşmesi yıllarında, XII'nci, XIII’üncü ve XIV'üncü yüzyıllarda, gerektiği zaman savaşçı dervişler olmuşlar "Alperen" adını almışlar, gerekince de hizmet eri olarak Türk’ün ruh dünyasını süslemişler, estetik ve sanatın temsilcileri olmuşlardır. Zamanla ticarete ahlak ve disiplin getiren uslup önderleri olarak "Ahî" teşkilatını kurumsallaştırmışlardır. Kadınların aydınlanması yolunda uğraşmış, "Bâcıyân" adını almışlar; Osmanlı döneminde ki anaların eseri olan, kurtuluş savaşımızın Nene Hatunları, Kara Fatmaları, Halide Edip  Adıvarları kahraman Türk kadınları halkasına dâhil etmişlerdir.  Bir bakıyoruz, boş arazileri canlandırmak ve yeşertmek işini üstlenmişler, yolların güvenliğini sağlamışlar; gönüllerde inanç, zihinlerde bilgi ve medeniyet ışığını saçan bayraktarlarımız olarak Selçuklu ve Osmanlı'nın imparatorluk kültürünün hamurunu yoğuran, kefenlerini başlarında sarık olarak taşıyan  Gâziler, Ahîler, Bacılar ve Abdal'lar geleneğini doğurmuşlardır.

 Ve öğreniyoruz ki, Ahmed Yesevi  27 yaşından sonra, Şeyhi Yusuf Hemedanî'ni ile beraber, Merv, Buhara,Herrat,Semerkand gibi İslam merkezlerini dolaşarak halkı irşad ve Müslümanları kemal yolunda ilerletmiştir. Şeyhi Yusuf Hemedani'nin ölümünden sonra dergahın sorumluluğunu üstlenmiş, üçüncü halef olarak bir süre Buhara'da hizmete devam etmiştir. Buhara sofîlerine, rehberlikten sonra, Hemedani'nin verdiği bir işarete uyarak irşat makamını Şeyh Abdülhalık Gücdüvani'ye bırakarak YESİ'ye dönmüştür.  Ölümüne kadar burada irşat faaliyetleriyle, müritlerini yetiştirmeyi sürdürmüştür..

Hoca Ahmet Yesevi sadece düşünceleriyle, sözleriyle, hareketleriyle ve tertemiz ömrüyle adını sonsuza emanet eden ölümsüzlerden değildir.   Aynı zamanda İmam-ı Azam Ebu Hanife ve Maturidî’nin akılcılık geleneğine katkı sağlayan okullaşmanın öncüsü olmuştur. Nitekim, özünü İslam'ın nurundan alan bir ruh haliyle bozkırların vatan coğrafyalarına dönüşmesini saglamış ve vatan ahlakının doğmasının yollarını da göstermiştir.   İşte bin yılı aşan bu zaman diliminde dikenlerden ve ayrık otlarından temizlenen bu topraklar, bu güne ve gelecek nesillere böyle hazırlamışlardır. M.N. Sepetcioğlu'nun eserine ad olan “Can Ocağında Pişen Aş” dediğimiz lezzet işte budur, Türk dünyası olarak bilinen bugünkü yurdumuzdur. Yesevi, Arapça ve Farsça'yı çok iyi bilmesine rağmen eserlerini neden Türkçe dilinde vermiştir? Edebiyatçı Yahya Kemal Beyatlı'nın Ahmet Yesevi hakkındaki yorumuyla bitirelim: « Şu Ahmet Yesevi kim? Bir araştırın göreceksiniz. Bizim milliyetimizi asıl o’nda bulacaksınız”. Hz. Ahmed Yesevi Dualarıyla Ata Yurttan Ana Yurda selamlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Habibe BAYKALKÖK Arşivi