Ahmet Doğan İLBEY

Ahmet Doğan İLBEY

Resûller Resûlü Efendimiz’le hicret etmek

Hicret günündeyiz. İslâmların şerefli olmak, hür olmak, darülslâm’ı inşa etmek ve Allah’ın buyruklarını yaşatmak üzere Medine’ye yürüdükleri Hicrî Yıl’ın başındayız. “Adı aşk olan” Efendimiz s.a.v.’ın âyet emri üzere çıktığı hicrete dâhil olabilmenin rüyasını görmek bile bahtiyarlıktır.

Hicret yolculuğunun sonunda, o hüzünlü bekleyişte, çöl sıcağının altında serinlik veren çadırların sakinlerinden biri olmak ve kalp kulağımızı tevhidin anahtarı, bütün âlemlerin Efendisi s.a.v.’ın bulunduğu çadıra tutmak ne güzeldir Rabbim!

Hicret’in en cezbeli ve en hüzünlü ânında ashabın ve meleklerin kendine sığındığı Efendimiz s.a.v.’ın yanında olmak… Hicretin son durağı bir çöl akşamında iki cihânın saadet güneşi Resulûllâhın yanında bulunmak nasıl bir uhrevî hâldir, bir bilebilsek ah!

Ömründe bir kez dahi kahkaha ile gülmemiş mahzun peygamber s.a.v.’ın çadırına yakın durup mübarek sohbetlerinden bir kelime duyabilmenin, dinleyebilmenin rüyasını görmek duygusuyla cezbeye kapıldınız mı hiç?

Adı Allah’la birlikte zikredilen, Allah’ın ilk ve son nuru “Adı güzel kendi güzel” Efendimiz s.a.v.’ın hicretine katılmak, sonra aşktan ve imandan yanmak… Meleklerin, hayâsına gıpta ettiği sevgililer sevgilisi, bütün peygamberlerin şefaat için kapısını çalacağı Cümle Âlemin Efendisi s.a.v.’ın hicretinde bir yolcu olmanın idrak ve imanını yaşayanlar kutlu insanlardır.

Onun (s.a.v.) yanında hicret edenlerden biri olmak

Mazlumların ve sâdıkların peygamberi s.a.v.’ın hicretinde bir yolcu olmanın rüyasını görmek için yıllarca salâtü selâm getirerek sonunda bu kutlu rüyayı gören biri olmak nasıl bir aşktır, tadan var mı?

Allah’ın rızasını kazanmak için Hicret yolcusu olmak. Bu dosdoğru yol, nefsimizden, masivadan, denî olandan kaçıp takvaya, arınmaya, imana götüren ve bunun tâliminin yapıldığı yoldur.

Müslümanın din-i mübine uymayan amellerinden, fikirlerinden ve günahlarından sıyrılarak yalnızca Allah’a sığınması, kalbin ve aklın dünya kirlerinden temizlenişidir. İmana ve ahirete yaramayan ne varsa üzerimizde, bu yüklerden kurtulmak ve asıl Sevgili’ye doğru yol almaktır hicret…

Kalbî ve imanî olduğu gibi, bazen tagûtî bir devlet düzeninden, kalbin safiyetini öldüren modernizmden kaçıp, Allah’ın rızası üzere mânevî bir yola düşmektir. Masiva kokan yeri terk etmek ve bütün umutların bittiği yerde sırat-ı müstakim üzere yeni bir yolculuğa çıkmak, ulvi olana erişebilmek için feda etmek, yani kurban etmektir hicret. Bu yolculukla, nefsanî ve dünyevî zincirlerimizden koparak asıl hürriyete kavuşuruz.  Hicret etmekten çekinenler bedbahttır.              Hicret, Allah’a doğru seyr u sülûktur

Hicret, kötülükle, günahla ve düşman olanla imtihandır. Korku ile umut arasında harekettir. Mürşid-i kâmillerin söylediği gibi, Hicret’in Mekke’si korku, Medine’si umuttur. Umudun olduğu yerde hicret, hicretin olduğu yerde umut vardır.

Medeniyettir hicrettir, bedeviyetten medeniyete yürüyüş... Medine, medeniyetin ana rahmidir. Bir sığınaktır; küfürden imana, şirkten tevhide, şeytandan Allah’a, günahtan sevaba, benlikten Sen’liğe, hasetten muhabbete…                                                                      

Hicretin en temel mânası, Allah’a doğru bir seyr u sülûktur. Zâlim olandan Râhim olana… Hayat hicret, Müslüman ahirete kadar muhacir…                                                                        

Beşerî fikirlerden İslâmî olana geçiş

Müslümanın, dinini korumak için kâfir memleketinden, yani fitne ve kötülük bulunan yerden Allah’ın buyruklarının yaşanacağı bir yere göç etmesidir. Bunun mânası Allah’ın himayesine sığınmadır. Dahası zulümden ve kötülüklerden Allah yolunun uğradığı beldeye ilticadır. Tağutîliğin hükümferma olduğu düzeni terk ederek, Müslümanca yaşanabilen darülislâm olan bir mekâna yolculuğa çıkmaktır.

İçimizde her an hicret olmalı. Kalp ve gönül yoluyla da yapılır, bedenle de. Müslüman, kalbini ve dimağını yanlış fikir ve inançlardan hicret ettirdiği gibi, bedenini de bâtıldan, yâni lâdinî olandan hicret ettirir. Dahası, kâfirlerle uyuşmayı terk etme hâlidir Küfür düzeninden Hakk’ın yürürlükte olduğu düzene, ideolojilerden ve izm’lerden İslâmî olana geçiş hicrettir. Dünyevî bilgilerden Allah bilgisine, modern bilim cehaletinden İslâm ilmine geçiş de hicrettir.

Resulûllâh’la hicret edenlere “muhacir” pâyesi…

Efendimiz âleyhisselatüvesselâm’ın kendisiyle birlikte hicret eden sahabelerine “Muhacir” sıfatı vermesindeki mâna, iman ettikten sonra hicret etmek o şartlarda Müslüman oluşun esaslarından olmasıdır. Bundandır ki muhacir derece bakımından mücahitten üstün kılınmış.

Nahl sûresi 41. âyeti “Zulme uğratıldıktan sonra Allah yolunda hicret edenleri, dünyada şüphesiz güzel bir biçimde yerleşti­receğiz” buyuruyor.  Kâfirin hâkim olduğu bir diyarda bütün nimetleri bırakıp ihlas ve iman ateşiyle Resulûllâh’la beraber hicret edenler “Muhacir” sıfatını alarak kutlu sahabe olmuşlar ve dinini muhafaza için hicret ettiklerinden dolayı cennetle müjdelenmişlerdir. Âyetin emrine rağmen muhacir olmayanlar, canlarını ve mallarını korumak için teslim olup, Efendimiz ile hicret etmeyenler iman ve hürriyetlerini satanlardır.

Efendimiz (s.a.v.), Peygamberliğinin on üçüncü yılının ilk ayı Muharrem'de (Temmuz 622) Medine'ye hicret eder. Bu ulvî kararın peşinden dini için evini, malını, ailesini, akrabasını, bütün varlığını Mekke'de bırakan ilk Müslümanlar hicret etmeye başlarlar. İmanın en yüksek derecesinde bir hicret ki, Mekkeli kâfirler bile şaşırırlar.

Hz. Ömer (r.a.) kılıcını kuşanır ve bütün müşriklere meydan okur. “İşte ben dinimi korumak için Allah yolunda Hicret ediyorum. Analarını ağlatmak, karılarını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyenler önüme çıksın…” diyerek Hicret edenlere şevk verir.

Ah, o kutlu zamanda yaşamış olsaydık!

Efendimiz’in yola çıktığı Medine'de duyulur. Medineliler, karşılamak üzere her sabah şehir dışına çıkıp beklerler. Ümitlerini kesmek üzere iken bir Yahudi, beyazlar giyinmiş bir kafilenin uzaktan gelmekte olduğunu görür ve “İşte günlerdir yolunu beklediğiniz devletli geliyor” diye seslenir. Medineliler bayram sevinci içinde yollara dökülürler ve Kubâ köyünde karşılarlar. Resulûllâh’ı karşılayanların içinde olmak nasıl bir duygudur?  Ah, o kutlu zamanda yaşamış olsaydık!

Resulûllah bir mescid yaptırır ve burada namaz kılar. Sonra Medine’yi teşrif eder ki, yer gök, çocuk, kadın, bütün Medine halkı “Allah’ın elçisi geldi" diye sevinç nâraları atarlar. Efendimiz’in nurundan kalpleri kamaşarak sevinç çığlıkları atanlardan biri olmak ve sonra cezbeye kapılıp bayılmak nasıl bir aşk hâlidir? Ah, o kutlu çocukların arasında bir çocuk olsaydık! 

Hicretin üzerinden altı yıl geçer. Hicret eden Müslümanlar, çoğu yakın akrabaları olan Mekke’li kâfirlerle Bedir’de, Uhud’da ve Hendek’te Allah’ın dini üzere savaşırlar. Hayatta kalan müşrikler Mekke’ye, Müslümanlar da Medine’ye dönerler. Hicretin gerçekleştiği yıl, Hicrî takvimin birinci yılı olmuş ve yılın ilk ayı olan Muharrem ayının ilk günü de yeni yılın başlangıcı sayılmıştır.
Efendimiz bir rüya görürler

Hicret’in altıncı yılının Ramazan ayından sonra Efendimiz bir rüya görürler. Rüyasında ashabıyla birlikte Kâbe’yi tavaf ediyorlardı. Bu güzel rüyayı anlattığında sahabeleri vecd içinde Efendimiz’e baktılar. Bu bir işâret olmalıydı. Umre için hazırlık yapmalarını buyurur. Hazırlıklar tamamlanır. Binden fazla sahabesi ile Hicret’ten sonra ilk kez umre seferine çıkar.

Mekke’nin yakınında bulunan Zülhuleyfe’de Efendimiz âleyhisselâtüvesselâm iki rekât namaz kılar ve “Lebbeyk Allahümme lebbeyk. Lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk...” (Buyur Allah’ım buyur, emrine geldim. Buyur Allah’ım buyur, senin hiçbir ortağın yok, hamd sana…” duasını okur. Sahabeleri de aynı şekilde namazı eda ettikten sonra ihrama girerler. Dualarla Mekke’ye yaklaşırlar. Yer, gök ve melekler Resulûllâh ve sahabelerinin dualarına şahitti.

Onun (s.a.v.) çadırında olmak!

Hudeybiye’ye ulaştıklarında, Müşrikler, Efendimiz âleyhisselâtüvesselâm’ı ve ashabını Mekke’ye sokmayacaklarını bildirirler. Görüşmelerden sonra Hudeybiye anlaşması imzalanır. Anlaşmaya göre umre ibadetini şimdi değil, ancak ertesi yıl yapabilecek ve Mekke’de üç gün kalabileceklerdi.

Kâbe-i Muazzama’ya gidememek, Resulûllâh’ın uhrevî hasret ateşiyle yanan mübarek kalbini üzmüştü. Hudeybiye mevkiinde ashabı ile bir müddet bekleşirler ve sohbet ederler. Çöl semasının altına kurulan Efendimiz’in (s.a.v) çadırına komşu olmak, çadırında kalpten kalbe neler konuşulduğunu duymak bahtiyarlıktır!   

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İLBEY Arşivi