Şantajı bırak, Ne yapacağına bak!

Umut Oran’la ilgili iki gündür iki önemli gelişme var; Birisi kendisinin iddiası, bir diğeri kendisiyle ilgili iddia…

Önce kendisiyle ilgili iddiaya bakalım.

AK Parti genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu, Deniz Baykal’a yapılan kaset komplosunda parmağı olanlardan birisinin Umut Oran olduğunu iddia etti.

Bu iddia doğru mudur, değil midir bilemem…

Ama bu iddiadan hemen sonra Umut Oran’ın Antalya’da yaptığı konuşmada, AK Partiyi ve başbakanı tehdit edercesine verdiği gözdağı, kafaları karıştırdı.

Çünkü Umut Oran, yenilir yutulur bir şey iddia etmiyor, bir haftadan az kalan seçimleri başbakanın göremeyebileceğini söylüyordu.

Bunu söylemek için elinde çok kuvvetli veri olması lazım.

Başbakan Erdoğan, bir suikasta mı kurban gidecek?

Yoksa başbakan Erdoğan’la ilgili ortaya çıkacak yeni kasetler, onun çekilmesini mi sağlayacak?

Her ikisinde de elde “sağlıklı” bir bilgi olması lazım.

İddiayı ortaya atıp, belge veya bilgiyi “yetkili makamlarla” paylaşmaması, yapılacaklara ortak olacağı anlamını taşır.

Ya da “kuru bir gözdağı” olarak hafızalarda yer eder ve meydanlar, kuru gözdağlarını yerle bir edecek durumdadır.

***

Siyasi partiler, seçimlere hazırlanırken, planları, programları, projeleri, insana dair düşünceleri ve adaylarıyla konuşulurlar ama bu seçim farklı…

AK Parti, iktidarda olmanın avantajıyla yaptıklarını konuşuyor, yapacakları hakkında ipuçları veriyor.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, gittiği her yerde yoğun kalabalıklara hitap ederken, 12 yıl öncesi Türkiye’yle, bugünkü Türkiye’nin farklılığını ortaya koyuyor. Özellikle insanları doğrudan ilgilendiren ve yaşamlarını değiştiren, sağlıktan ekonomiye, ulaşımdan demokratikleşmeye kadar her şeyi anlatıyor.

Ve tabii ki devasa projelerden söz ediyor.

Demokratikleşmeyi, insan haklarını, farklılıklarıyla bir arada yaşamayı ve herkesin kendi kimliğinde, inancında, dünya görüşünde özgür olmasını…

Muhalefet ise farklı…

Onlar genellikle “montaj” olduğu bilinen ses kasetleri, görüntü kasetleri veya 12 yıl boyunca değil, seçim üzeri yolsuzluk iddialarını gündeme getiriyor.

Parti bayraklarını görmediğinizde, konuşanın yüzüne bakmadığınızda ve sesini de tanımadığınızda, hangi partinin mitinginde olduğunuzu şaşırabilirsiniz.

Partiler, farklılıklarıyla ortaya çıkarken, şimdi “birliktelikleriyle” ortaya çıkıp, aynı ağızdan, aynı iddialarda bulunuyorlar.

Hayatı boyunca özgürlük için tek adım atmamış olan CHP bile, başbakanı özgürlük düşmanı ilan edebiliyor.

12 yıldır iktidarda olan AK Partinin elbette eleştirecek çok yönünü bulabilirsiniz.

Her seçimde oyunu arttıran bir partinin iktidarında doğruların yanında yanlışların olabileceği muhakkaktır.

Ve en önemlisi 12 yıldır işbaşında olan bir hükümetten “nemalanmak” için kırk takla atanların, gerdan kıranların, göbek atanların da olabileceğidir.

Böyle bir süre iktidarda olan bir partiyi eleştirmek, siyasiler için çok kolaydır.

Ama kolay yolu tercih etmiyorlar, dolambaçlı yollardan iktidarı yıpratmayı bir amaç ediniyorlar.

Bunu da “paralel” yapıyla birlikte neredeyse dünya görüşleri ve siyasi anlayışları farklı olmasına rağmen “bir ağızdan” yapma becerisini gösterebiliyorlar.

En son Twitter’e erişimin durdurulması, “özgürlük” havarilerini ayaklandırdı.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, mitinglerinde AK Partiyi Twitter ile vurmaya da başladı.

Oysa aynı Kılıçdaroğlu, Facebook’ta açılan ve kendisinin kişilik haklarına saldırılan bir grup hesabına karşı açtığı davada“mümkünse gruba, mümkün değilse Facebook’a erişimin engellenmesi”ni istedi.

Ankara 19. Asliye Hukuk Mahkemesi de bu yönde karar verdi. Ancak TİB Başkanı Fethi Şimşek, katalog suçlarla ilgili olmadığı gerekçesiyle Facebook’u kapatmadı.

Kılıçdaroğlu ise TİB Başkanı hakkında ‘görevi kötüye kullandığı’ iddiasıyla suç duyurusunda bulundu.

Ankara Başsavcılığı, “5651 sayılı Kanun'un 8. maddesinde sayılan suçlar dışında kurumun uygulayabileceği herhangi bir tedbir yok” diye takipsizlik kararı verdi.

Kılıçdaroğlu, bu karara da Sincan Ağır Ceza Mahkemesi’nde itiraz etti. Mahkeme Kılıçdaroğlu lehine karar verdi ve takipsizlik kararını kaldırdı.

Uzatmayayım, sonunda Fethi Şimşek yargılandı ve TİB, sadece grubun kaldırılmasına karar verdi ve Facebook bu kararı uyguladı…

Twitter ise uygulamıyor.

Sadece Samsun’da bir kadının başına gelen bile yeterli.

Kendisi adına açılan bir profilde müstehcen resim paylaşılıyor. Bu kadının, yaşadığı yerde nasıl bir duruma düşebileceğini düşünebiliyor musunuz?

Kadın mahkemeye başvuruyor ve mahkeme profilin kapatılmasına karar veriyor ama Twitter, Türkiye’deki bütün mahkemelerin kararını uygulamadığı gibi, bunu da uygulamıyor.

Siz olsanız, twitter’in kökünü kazır mısınız, kazımaz mısınız?

Elimde olsa ben kazırım.

TİB’de mahkeme kararına istinaden, erişimi engelliyor. Erişimi engellenen Twitter, “reklam pastasını” kaybediyor ve uzlaşı yolunu seçerek, “mahkeme kararını” uyguluyor.

Bu yapılanla, Kılıçdaroğlu’nun yaptığı arasında hiçbir fark yok ve ikisi de haklı.

O zaman kim yasakçı, kim diktatör, kim hukuku tanımıyor?

Seçim üzeri, kasetlerle, komplolarla, paralel örgütlerle veya illegal yapılanmalarla muhatabınızı zor durumda bırakacağınıza, insanların geleceğini karartacak durumlar ortaya çıkaracağınıza, gelin projelerinizden bahsedin, yapacaklarınızı söylerin, insana dair düşüncelerinizden söz edin…

Tabii böyle bir şey varsa…

Tweetimden seçmeler

Bu seçim, bir oy kullanma, bir partiyi veya bir adayı destekleme, beklenti içinde olma, hesabını görme seçimi değildir.Bu seçim, bütün “kirli ittifaka” yüreklice meydan okumanın tam zamanıdır.

www.naifkarabatak.net

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi