Savaş haberciliği bilinçli tercih mi?

Belki birçok meslekte “etik” tartışması var ama daha çok gazetecilikte bu tartışmanın yaşandığına inanıyorum. Zira bizim meslekte kâğıt üstünde yazanlarla gazete veya televizyonda yayına giren başkadır. Barış Haberciliği de bunlardan birisi.

OHA kapsamında Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi öğretim görevlisi Doç. Dr. İncilay Cangöz’ün “Barış Haberciliği Bilinçli Bir Tercih Olmalı” başlıklı sunumunu duyunca aklıma Taksim olaylarındaki yayınlar ve iğrençlikler geldi.

İğrençliği sona saklıyorum…

Gazeteciliğin toplumsal olaylarda nerede durması gerektiğini, son kertede neyden taraf olması icap ettiğini, yaptığı haberlerde toplumun belli kesimlerinin nasıl etkileneceğini, özellikle engelli, çocuk ve kadın haberlerinde nelere dikkat edilmesi gerektiğini bugüne kadar öğrendik.

Ancak, çok uzun yıllardır basının içinde olan, yayın kuruluşları açısından da “itibarlı” bir yayın süresine sahip gazete, radyo ve televizyonların çoğunluğunun “itibarlı” bir yayına sahip olduğunu söylemek ne yazık ki mümkün değil.

Özellikle “barış” konusunda…

Sanırım ülkemizde laiklik gibi herkesin kendince bir barış algısı var.

Zira barış kelimesi geçtiğinde hiç kimse mangalda kül bırakmıyor.

Herkes barıştan yana…

Savaşı isteyen yok.

Kavga ve gürültü yerine huzur ve güven tesis edilsin isteniyor.

Katıldıkları seminerlerde, panellerde, gazete köşelerinde, televizyon ekranlarında, hatta yazdıkları kitaplarda, dergilerde hep barıştan yanadır.

Herkes barış istiyordur…

Hatta sadece basın değil, siyasiler de…

Barıştan kaçan, illa savaşacağız diyen bir tek Allah’ın kuluna rastlamanız mümkün değil.

Ama 30 yıldır bu ülkede adı konmamış bir savaş vardı.

30 yılda 50 bine yakın insanımızı kaybettik.

Savaş değildi ama savaştan daha fazla insan kaybedebiliyorduk.

Üstelik eline silah alan da barış diyordu, silahı bırakanda…

Taksim olayında daha farklısını gördük.

Belli bir medya kuruluşu adeta insanların sokaklarda ölmesini teşvik etti.

Ulusal kanal ve Halk TV eylemlerin kan dökecek boyuta gelmesi için çok çaba harcıyor görüntüsü vermekle kalmadı, bunu ağzından kaçıran spikerler gördük.

Hatta eyleme katılmayanları, desteklemeyenleri düşman bilenler çıktı.

Sosyal medya tam bir savaş kışkırtıcılığı yaptı.

Hem de barış adıyla, hem de demokrasiyi kullanarak, demokratik haklarını talep ettiklerini iddia ederek.

Oysa sokaklarda savaş çığlıkları atanlar vardı.

Başbakanlığı basmak isteyen, meclisi yıkmak isteyenler vardı.

Bunu da zaten yıkarak yapıyorlardı, yakarak özgürleşiyorlardı.

Ellerinde Molotof vardı, barış istiyorlardı.

Taş atarak demokrat oluyorlardı.

Vatandaşın işyerlerini tahrip ederek “hak” arıyorlardı.

Böyle hak aranır mıydı, aranmaz mıydı bunu bile tartışmak, “suçlu” görülmek için, “yandaş” bilinmek için yeterli geldi.

Oysa demokratik tepki, demokrat bir duruş sergilemeliydi.

Her türlü eylem yapılabilirdi, her türlü hak talepleri medyadan destek görebilirdi.

Ama şiddetin dilini seçenler, “barış” diye ortaya çıktıklarına herkesi inandırmaya çalıştılar.

Genelde basın şiddetin dilini seçti.

Açık açık kışkırttı.

İnsanları sokağa dökmeye çalıştı, polisin şiddetini eleştirirken, eylemcilerin şiddetini görmemek için hem gözlerini, hem kulaklarını kapattılar.

Gencecik bir kadının üstüne işeyenleri de görmediler.

O kadının psikolojisinin nasıl düzeleceği konusunda tek kelime laf edemediler.

Barış için tekmelediler, barış için başındaki örtüyü aldılar ve barış için hiç utanmadan, hiç sıkılmadan, hiç arlanmadan o kadar kalabalıkta cinsel organını çıkarak başörtülü gencecik bir gelinin üzerine iğrenç idrarını yaptılar.

Basın bunu görmedi, çünkü onlar barış istiyordu.

Savaşın dilini kullanmak, onların bilinçli tercihi miydi bilmiyorum ama gazetecilik demek, hak savunucusu da demektir aynı zamanda.

Ama İstanbul’un orta yerinde, gencecik bir anne, 6 aylık bebeğiyle onlarca adam tarafından darp edildi, hakarete uğradı.

Kadının ifadesinde anlattıklarını, buraya yazmaya bile utanıyorum.

Ama “barış” diye inleyen, “hak” ve “hukuk” diye mangalda kül bırakmayan eylemciler, STK’lar, siyasiler ve özellikle de savaşın dilini bilinçli olarak tercih eden basının bir kesimi, bu iğrençliği, bu insanlık dışı olayı görmedi ya da “bu kadar iğrençliği de yaptık mı?” diye utancından yazamadı.

Unutmayın ki, sizin barış anlayışınız, tıpkı idrarınız gibi iğrençtir!

Twitimden seçmeler

Mısır’da korkulan oluyor, Ordu sokağa iniyor. Özgürlük diye meydanlara inenler, kaçacak deliği şimdiden arayın. Gezi’de böyle olsun istendi!

www.naifkarabatak.net

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi