Mesut Bilal Buğday

Mesut Bilal Buğday

Saygı Duruşu, 10. Yıl Marşı Ve Asımın Nesli

Arkadaşların daveti üzerine Erbakan Vakfının düzenlemiş olduğu Mehmet Akif’i anma programına katıldık.

 Genç kardeşlerimizin, Mehmet Akif Ersoy’u anma programı düzenlemeleri anlamlı ve güzel. Kardeşlerimizin şevkini kırmak istemem ama kardeşlerimize birkaç eleştiri yapacağım.

Artık korkularımızla yüzleşmenin vakti geldiği için, ve Asımın nesli için eleştiri yapacağım.

Her milletin kendi dini inancı ve kendine özgü adetleri vardır. Örneğin Müslüman Milletler ölmüşlerinin arkasından hayır dua edip rahmetle anarlar. Ancak uzun yıllar bu ülkede devlet erkânı; ölüye Müslüman’ca saygıyı kaldırıp, batılıların ölülerine gösterdiği saygı biçimini ölülerine gösterdiler. Toplumunda değerlerini yok edip saygı duruşu adı altında kilise ve budist geleneği olan bir tören biçimini dayattılar.  Günümüzde bu adetin mecburiyeti kalmadığı halde, bugün Müslümanlar korkuları yüzünden "saygı duruşu"  "Çelenk sunma" "10. yıl marşı" gibi batının kof anlayışlarını hala bu millete kabul ettirmeye çalışıyorlar.

Şairi Azam Necip Fazıl şiirinde ne diyordu:

" Son gün olmasın dostum, çelengim top arabam;

  Alıp beni götürsün, tam dört inanmış adam... 

Saygı duruşu bugün Hıristiyanların cenaze törenlerinde ve anmalarında vazgeçilmez bir dini kural olmuştur. Kiliselerde saygı duruşu olmadan tören geçerli olmaz. Bizde Cenaze Namazı ne ise, onlarda da “Saygı duruşu” odur.

Ecdada Hayır dua okumamız gerekirken, Stalin’e, Mao’ya, Hitler’e gösterilen saygı biçimi gibi “bir dakikalık saygı duruşu” yapılması yüreğimi acıttı.

Bir diğer konu ise; Türk milletinin milli kimliğine uygun olmayan 10. Yıl marşı

İçeriği ırkçı söylemler barındırırken, müziği ise; Anadolu coğrafyasının müziğinden çok uzak. Onuncu yıl marşının ilk dörtlüğü aynen şöyle:

Çıktık açık alınla on yılda her savaştan,
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan;
Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan;
Demir ağlarla ördük Anayurdu dört baştan.

Ne saygı duruşu, ne onuncu yıl marşı, nede top arabası bizim inancımızla ve kültürümüzle bağdaşmaz.

Daha önce Kahramanmaraş Necip Fazıl Kültür Merkezinde karşılaştığım şu hadiseyi paylaşayım

Yavuz Bülent Bakiler Kahramanmaraş'ta bir dershanenin düzenlediği konferansa konuşmacı olarak gelmişti.
Konferans salonunda konferansa geçilmeden önce, gecenin sunuculuğunu yapan kişi, şu anonsu yapmıştı: "Atatürk ve Türk Büyükleri için bir dakika saygı duruşu"
Konferansa gelen konuklar ve Bakiler ayağa kalkmıştı. Ancak Bakiler bu duruma çok bozulmuştu. Ayağa kalkınca da dua okuyordu.
Konferansını vermek üzere kürsüye vardığında, ilk olarak sunucuya ve organizeyi yapanlara, hatırlatıcı bir nasihat çekti.

"Bizim inancımızda ve medeniyetimizde saygı duruşu yoktur. Bu başkasının âdetidir. Bu tür adetler, inanç ve geleneklerimizle çelişmektedir."

Senai Demirci Ağabeyin “Benden kimseye saygı duruşu yok” yazısı aklıma geldi ve size paylaşma gereği duyuyorum:

Rahmetli babam için bile saygı duruşunda bulunmak istemem, kendim için de saygı duruşunda bulunulsun istemem. Saygı duruşu, saygı durulduğu söylenen kişiye saygısızlıktır; çünkü duayı engeller. Saygı duruşu, saygı duruşuna durması beklenene de saygısızlıktır; fikrini sormaz, zorlar, mecbur tutar. Saygı duruşuna durmamayı saygısızlık olarak nitelemek de insan iradesine saygısızlıktır. Yasalarda kesin yeri olmayan, olsa bile yasama görevinde olan birini mecbur olmadığı saygı duruşuna mecbur görmek, özgürlüğe saygısızlıktır.

Öyleyse duralım burada. Bağırıp çağırmadan; saygıyla. Müptezellik etmeden, çığırtkanlık yapmadan; insana saygılı olarak duralım. İşi alelacele vatan millet sevgisine yapıştırmadan, yazarı çarçabuk hain diye infaz etmeden, hür iradeye saygı duyalım. Ezberlerle konuşmadan, bilinçaltımıza yerleşmiş alışkanlıkların pimini çekmeden; insafla duralım.

Şimdi her iki ismi de unutalım ve sadece ‘saygı duruşu’ üzerinde duralım. Meraklı bir sosyolog ve tarihçi varsa-ki vardır-bize saygı duruşunun toplumsal anlamını ve geçmişini bir güzel anlatsın Allah aşkına. Nerede çıktı? Kim icat etti? Memlekete ne zaman geldi? Mala davara bir faydası var mı?

Hayatımda sayısız kere saygı duruşu içinde buldum kendimi. Küçüktüm, çocuktum, öğrenciydim, memurdum, kısa dönem askerdim. Bana emanet verilmiş bedenimi, nedenini anlamadığım, hikmetini kavrayamadığım, gönlümce razı olmadığım bir halde tutmaya çağırdılar beni.  Yüzlerce kez oldu bu. Benimle birlikte milyonlarca insanı da etkiledi. Kasketli köylü amcayı. Yaşmaklı hacı hanım teyzeyi. Dudaklarımız kilitli, ellerimiz kenetli, içimizin asla ısınmayacağı iç karartıcı müziği dinledik. Zorunlu olarak. Hiçbirinde bile isteye, coşarak, vecde gelerek değil

Böyle bir sürü ‘bir dakika’ geçirdim ben. İzin versem, daha nice dakikalar beni bekliyor. Anadolu’nun en ücra köşelerinde, ilçelerde, kasabalarda, düğün salonlarında, halk eğitim merkezi konferanslarında, belli ki bir devlet vecibesi olan bu duruşu, ikaz etmesem, yeni “anlamsız” bir dakikalara kurban gideceğim.

Sanıyorum, uzun yıllar, TRT’nin siyah beyaz ve tek kanal olduğu ve açılışı ve kapanışı askerlerin saygı duruşu-istiklal marşıyla yaptığı dönemlerde çocukluklarını geçiren benim gibi şimdinin büyükleri bilinçaltlarına kazınmış bu mecburiyeti silemiyorlar. Saygı duruşu-istiklal marşı olmazsa, sanki birileri onları dövecekmiş gibi tir tir titriyorlar. Daha da garip olanı ise, dindarların birilerine karşı “tedbir” olsun diye daha hevesli olmaları. Kaymakamdan çok müftünün, validen çok STK yöneticilerinin bu işe takmış olmaları bir tuhaf. Oysa, sivil bir eylem yapıyoruz biz. Toplanıyoruz, Kur’an konuşuyoruz, namaz anlatıyoruz, Peygamber’den [asm] söz ediyoruz.

Kutlu Doğum programında, Namaz panelinde saygı duruşunun ne işi var? Asker miyiz biz? Memur muyuz yoksa? Memur ya da asker bile olsanız, her türlü sivil toplanmayı saygı duruşuyla başlatırsınız? Mesela akşam yemeğinden önce çoluk çocuk dikelir misiniz? 

“Aman sen de bir dakikadan ne olur?” denecek yer de değil burası. Bir tane bir dakika olması bile bir şeyi değiştirmez. Sorun sürenin uzunluğu ya da kısalığı değil, davranışın niteliği ve özgür bir bireye yapılan “yumuşak” dayatma.

Saygı duruşlarının hiçbirinde bana sorulmadı: “Saygı duruşunda bulunulan kişiyi ya da kişileri saygıyla anmaya değer görüyor musun?” Fikrimi söylemeye hiç fırsatım olmadı. Kim ne hakla devletin ve devlet büyüklerinin saygı duymaya değer gördüğünü sabilerin de saygı duymaya değer göreceğini varsayar ki! Cahilsem ve nankörsem gönlümü yapsaydınız ya!

Diyelim ki sırf devlet istedi diye saygı duymam gerekiyor. Diyelim ki ben de canı gönülden saygı duyuyorum devletin saygı duymamı istediklerine. Saygı duruşlarının hiçbirinde bana sorulmadı ki: “Saygı duyduğun kişiye saygını bu şekilde-ayakta, ellerin bağlı, dudakların kenetli, nahoş müzik eşliğinde- mi ifade etmek istersin? Saygımı Fatiha okuyarak gösteremez miyim? Vatan için, özgürlük için can vermişlere dua ederek hürmet edemiz miyim? Niye sormuyorsunuz bana?

Diyelim ki saygı duymam gerekenlere duymam gereken saygıyı aha böyle dikelerek göstermem gerektiğine ben de ikna oldum. Saygı duruşlarının hiçbirinde bana sorulmadı ama ben saygı duruşuna çağıranlara sorayım: “Yaşayan bizlerin artık bizim gibi duymayan, görmeyen, hissetmeyen ölülere yönelik bu ‘iyiliğini hangi yolla iletmeyi düşünüyorsunuz? Yaşayanlardan ölülere haber götüren bir elçiniz var mı? Hayatın da ölümün de sahibi olan bir ilahınız var mı yöneldiğiniz? Hayattakilerin hediyesini ölmüşlere iletecek bir meleğiniz var mı? Saygı duruşunuzu anlamlı ve sahih kılacak, değerli ve önemli yapacak bir Rabbiniz var mı?

Diyelim ki saygı duruşu devlet kutsalıdır. Devletimizin böyle bir davranış modeli var. Halkına sorar mı demokratik ve laik devlet ara sıra? Sormalı değil mi? “Biz 85 yıldır saygı duruşunda bulunuyoruz; dalıp gitmişiz; sizi de kattık aramıza sevgili halkımız? Ne diyorsunuz, siz de canı gönülden katılıyor musunuz bu güzel alışkanlığımıza? Devam ettirelim mi? Hani demokratiktik biz?

Diyelim ki devletimin yüce hatırına istemeye istemeye de olsa saygı duruşunda bulunmam gerektiğine ikna oldum. Bari içimden bir şeyi mırıldanmama izin versen diyorum “Sayın Devlet”. Bari aklımdan geçiversin, izin ver bu kadarına… “Sen hiç heykellerin önünde, mezar taşlarının karşısında, kocaman portrelere gözlerini dikerek, kıpırtısız duran çocukların, adamların, askerlerin, kadınların uzaktan resmini gördün mü?  Sahi be sevgili devletim, muhteşem bir tapınma tablosu değil mi bu? Söyler misin bana, hangi dinde vardır bu tapınma eylemi? Yabancılık çekmeyeyim. Bileyim nerede niye durduğumu. Hiç olmazsa “Budist’im” de bana. “Hatırıma Şaman ol bir dakikalığına!” deyiver de anlaşalım. Hangi dinin ilahına gönderiyoruz mesajımızı? Hangi Elçi’nin avuçlarına koyuyoruz bu zarif hürmetimizi? Bir peygamberi var mı saygı duruşunun? Madem sorgulanmaz bir tapınma keşfettiniz, zahmet edip söyler misiniz, bu saygı duruşunun bir kıblesi var mı, bir Kâbe’si var mı? Madem kutsal bir davranış icat ettiniz, söyler misiniz Kitap’ta yeri var mı yahut buna göre bir Kutsal Kitabınız var mı?

Ay, pardon sen laik değil miydin? Benim bildiğim laik devlet “din”e karışmaz; ama karıştığını bal gibi biliyorum. Ben kalksam “benim dinimde saygı duruşu yok!” desem, kafamı kırarsın, biliyorum; haddimi bildirirsin. Bak karışıyorsun dinime işte. Hadi bunu da sineye çekelim de, dine karışmaması gerektiği halde dine karışan sen laik devlet, nasıl olur da bir de “din” icat edersin? Herkesin ister istemez saygı duruşu vecibesini yerine getireceği bir din. Her vatandaşın-inanışı ve düşüncesi ne olursa olsun, sorgusuz sualsiz, itirazsız ve reddiyesiz tâbi olacağı bir din hem de.  Hadi adını “laiklik dini” koyduk bunun, rica etsem, bir söyler misin, ilahın kim senin? Tanıyalım. Belki kurtarır bizi. Belki sapıtmışızdır da, ölümden sonra  mezarımızdan o kaldırır bizi?

Hı!? “Sus!” mu dedin? Doldu mu bir dakika?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Mesut Bilal Buğday Arşivi