Yeniden Dünya’ya gelsem gazeteci olur muydum?

“10 Ocak Gazeteciler Günü” kutlanıyor. Bu özel günümüz ile ilgili e.maillerimize, cep telefonlarımıza, bizi hatırlayarak “günümüzü kutlayan” tanıdık, tanımadık bütün dostlara teşekkür etmek istiyorum.

Bir ülkede, evrensel standartların  yükselebilmesi için kamuoyu büyük önem arz eder.

Ne var ki, ülkemizde basın dediğimiz kurum, Ulusal Kurtuluş mücadelesi sonrasında kurulan genç Cumhuriyet dönemiyle birlikte bir atılım içine girmiştir.

Doğal olarak devlet teşvikleri bu sektörde besleme basın, yandaş medya, yandaş gazeteci gibi terimleri de hayatımıza girdirmiştir.

Cumhuriyetin ilk yılları ile birlikte batı değerleri içinde bir basın anlayışı oluşturmak yerine iktidara yakın ya da iktidar karşıtı bir basın algısı oluşturuldu.

Özellikle 1970 sonrasında ise, basın sektörü ideolojik ayrımlar nedeniyle de çok daha farklı bir mecra içinde buldu kendini.

Gazete isimleri ile siyasal düşüncelerin adeta iç içe girdiği o yıllar 12 Eylül Darbesi ile de çok daha içinden çıkılmaz bir hal aldı.

Üzülerek ifade etmek gerekirse bu gün için, darbe özlemi duyanlar, demokratlar, liberaller, bölücüler, etnik kimlik vurgucuları…daha neler neler…

EVRENSEL DEĞERLERİ yazılarında kendilerine referans yapmak ve bu doğrultuda özgür ve tarafgirlikten uzak bir yayıncılık yapmak yerine belli kalıplara sıkıştırılmış bir yayıncılık tercih ediliyor.

Bunun doğal sonucu olarak da; HALK BÜYÜK MEDYAYA İTİBAR ETMİYOR.

İşte sokaktaki vatandaşın yazılan haberlere, köşe yazılarına itibar etmeden, daha açıkçası yazılanlara inanmadan takip edilen, okunan bir gazetecilik söz konusu ülkemizde.

Bir gazeteci haberi yaparken;

Vicdanı ile cüzdanı arasına sıkışmamalıdır.

Gazetecinin topluma karşı dürüst olmak gibi bir görevi var iken, toplumunda gazeteciye karşı yazılı olmayan sorumluluklarının olması gerektiğini düşünüyorum.

Şöyleki, bir yayın organının yaşaması için desteğe ihtiyacı vardır. Bu desteğin en onurlu yönü İLAN VE REKLAM desteğidir.

Yıllık milyon dolarlık bütçeleri olan kurum ve kuruluşlar, büyük tüccarlar, esnaflar ekonomik imkanları nispetinde de gazetelerden bunu esirgememelidirler.

Halkın desteği ile hayatiyetini devam ettiren basın yayın kuruluşları, bir kimsenin emrine girmezler. Sadece doğru ve ilkeli bir yayıncılık anlayışı ile millete hizmeti birinci görev sayarlar.

Başlıkta ifade etmeye çalıştığım gibi, yeniden dünyaya gelecek olsaydım eğer, bu mesleği seve seve yapardım.

Ekonomik olarak iyi bir yaşam sürdüğümüz söylenemez. Ancak çaresizlerin çaresi olmaya çalışmak, bir sıkıntısı olan ve bu sıkıntısını bizlere anlatan insanlara elimizden geldiğince yardımcı olmak ve sonrasında da Allah razı olsun sözünü işitmek.

Beni mutlu eden bu sözdür.

Bu sözü daha fazla alabilmek için bu mesleği her zaman severek yapıyorum. Yapmaya da Allah’ın verdiği emaneti teslim edinceye kadarda yapmak istiyorum.

***********                               *********                     *********************

BİZ BAĞIMSIZMIYIZ?

Bir gazeteci de et ve kemikten oluşmuş, duyguları olan, özel yaşamı olan, yaşamak için ekonomik mücadele içinde bulunan bir insandır.

Gazetecinin de acı çektiği zamanlar, güldüğü zamanlar olmuştur.

Ama gazetecinin en acı çektiği gün;

Kalemi elinden alındığı gündür.

Kalemi sansüre uğradığı gündür.

Gazetecinin kırmızı çizgileri olmalıdır.

Gazeteci toplumun örf ve adetlerine, dini inançlarına saygılı ve hoşgörülü olmalıdır.

Gazeteci yayın yaptığı çevre ile barışık bir yayın politikası oluşturmalıdır.

Bunlar evrensel değerlerdir.

Birde hukuki konular vardır.

Bir haber ve yazı yazarken, bardağın dolu tarafını görmeye çalışıyorum. İyimser ve objektif bakmaya çalışıyorum.

Oysa kimi zaman ortada dönen dolapları, yalanları ve riyakarlıkları görünce de vicdanınız yazmanızı istemesine rağmen biz yazamıyoruz.

Bu yazamamamızın birçok sebepleri var.

Hukuki, sosyal, ekonomik gibi sebeplerdir. Mahalle baskısı gibi bir tanıma girmek istemiyorum. Çünkü,benim kırmızı çizgilerim mahallenin örf ve adetleriyle, sosyal yaşantısı ile barışık olduğu için ben bu mahalle baskısını hiç yaşamadım.

Özgürlüğün, bir başkasının özgürlüğüne tecavüz etmek olmadığını bildiğim için böylesi sorunlarla karşılaşmadan bu mesleğimi devam ettirdim.

Birey olarak “bağımsızlık” bana göre eşyanın tabiatına aykırı bir durumdur. Birey için bağımsızlık söz konusu olsaydı, bu kadar kanun, yasa, örf ve adetlere ne gerek vardı?

Ancak insanın laik olamayacağı gibi bağımsızlık birey için değil DEVLET için bir ifade ve değer oluşturur.

Meseleye böyle baktığımızda da, tarafsız, bağımsız gibi tanımlar pek bir değer ifade etmiyor.

Ancak, gazeteci vicdanının sesini dinlemek zorundadır.

Ama gazeteciye de toplum; vicdanı ile cüzdanı arasında tercih yapmak zorunda bıraktırmasın.

Ne yazık ki şimdiki tablomuz bu.

Bizler vicdan ile cüzdan arasına sıkıştık. Bu bizim suçumuz olduğu kadar, toplumunda suçudur…..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehmet TAŞ Arşivi