Ne Kadar Çok Film İzlemişiz!

Baba evinden tam 40 yıl önce çekip gitmiş, sadece baba evini değil, memleketini de terk edip gitmişti. Memleket hasretini dindirmek isteyen oğlu, torunlarını da yanlarına alarak babalarına bir nostalji yaşatmak istemişlerdi.

Bu seyahat çok önemliydi.

Öncelikle kendisi hiç görmedikleri memleketlerini görecekti. Eşi de böylece kocasının asıl memleketini görecekti.

Sonra çocukları, dedelerinin memleketini, çocukluğunun geçtiği mahalleyi, koşturduğu sokağı, oyun oynadığı alanları, soluduğu havayı, belki içtiği suyu, yediği ekmeği yiyeceklerdi. Böylece köklerine sıkı sıkı değilse bile bir yerden bağlanma şansını elde edeceklerdi.

Ama babası dayanamamıştı…

Çocukluğunun geçtiği mahallede hıçkırığa boğulmuştu.

Daha şehre yaklaşırken yüzündeki hüznü gözünden kaçırmamış olan oğlu, çocukluğunun geçtiği sokağa girdiğinde halinin ne olacağını az çok tahmin etmişti.

40 yıl önce, babasıyla yaşadığı bir tartışmayla evden ayrılmıştı. Bu süreçte işini kurmuş, evlenmiş, çocukları olmuş, hatta emekliye ayrılmış, torun sahibi bile olmuştu. 40 yıl içerisinde babasını da, annesini de, diğer yakınlarını da görmemişti. Hatta onların ölüm haberi, uzun aradan sonra bir dostuyla tevafukken karşılaştığında bilgisi olmuştu.

İşte şimdi tam oradaydı…

Doğduğu evin önünde.

Çocukluğunun geçtiği mahalle bu mahalleydi. Sürekli arkadaşlarıyla oynadığı sokak, bu sokaktı. Kendilerine oyun alanı olan meydan, bu meydandı...

Yaşlı adamın oğlu, evin hangisi olduğunu öğrenince, içeride yaşayan birisi var mı, görme şansları olur mu, diye kapıyı tıklatıyor ve içeriden küçük bir kız çocuğu çıkıyor. Durumu anlatıyor, çocuk babasını çağırıyor ve babası da, babasını…

Çocukluğunda bırakıp gittiği kardeşiyle yüz yüze gelen yaşlı adamı evin içine alıyorlar. Kucaklaşmalar, sarılmalar, öpmeler, koklaşmalar…

Sonra yaşlı adamın gözüne bir sandalye takılıyor, babasının sürekli oturup, gazete okuyup, radyo dinlediği hafif sallanan sandalyeyi. O günlere dönüyor.

Sonra mutfağı görüyor, annesinin neredeyse hiç çıkmadığı, sürekli bir şeyler yapıp, bir şeyler düzelttiği mutfağı. O nefis tatlar damağına geliyor, burnuna mis kokular yayılmaya başlıyor ve sonra küçük bir odaya doğru geçiyor ve çocukluğunda kendi odasına oturup, ağlamaya başlıyor. Oyuncak bir arabası, biriktirdiği bir resim, bilyeleri, topacı…

Film gibi yani…

***

Bütün bunların filmlerde olduğunu öğrendik. Artık 40 yıllık evler yerinde durmuyor, şehirlerde…

6 Şubat’ta meydana gelen depremden sonra şehri terk etmenize gerek yok. Uzuuun bir aradan sonra burnunuzda tüten memleketinize gidip, hasret gidermenize gerek yok. Çocukluğunuzun geçtiği mahalleyi anmanıza gerek yok.

Sürekli aşındırdığınız sokağa dair duyduğunuz özlemleri bir yana bırakın.

Oyun alanı haline getirdiğiniz meydanları da unutun gitsin.

Bir baba dostu görürüm, hasret gideririz diye düşünmeyi de bırakın.

Belki bir okul arkadaşı, belki bir sınıf arkadaşı yada bir öğretmen, bir usta, bir çırak, sokakta yaşlı bir amca, nur yüzlü bir nine, tatlı dilli bir teyze, mahallenin abisi, gözümüzün nuru, boş verin bütün bunları.

Gittiğinizde hiçbir şeyi yerinde bulamayacaksınız…

Ne doğduğunuz mahalleyi ne oynadığınız sokağı ne koşturduğunuz alanları ne kardeşinizi ne annenizi ne babanızı…

Bir cenaze anonsu duyup, “Bizim akranlardan birisi daha terk-i diyar eylemiş” diye hayıflanıp, dua ettiğiniz zamanlardaki gibi değil, bir şehir ölmüş, bir nesil ölmüş, hiçbir şey ayakta değil. Ayakta olanlar da o kadar çok hasar almış, o kadar çok acı çekmiş, o kadar çok sancısı var ki, ne o seni tanıyor, ne de sen onu!

6 Şubat 2023, 04:17; Sadece depremlerin yıkımı ve ölümü değil, anıların, hayallerin, özlemlerin, umutların, dünün ve yarınların da yıkımıydı…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Naif Karabatak Arşivi