A.Süreyya Durna

A.Süreyya Durna

Elbistanlı Mehmet, Ceyhanlı Celal

Dokunuş

Bakımsız tarladan ürün alınmaz.

Değer verilmeyen yerde kalınmaz.

Arıyorsan gündüz gözüyle ara,

Gecenin köründe yitik bulunmaz.

                                     A.S.D

       Çok gezmekten mütevellit başımıza gelmedik iş, ayağımıza değmedik taş kalmadı derken; bunu da gördük sonunda! “Ağa” olduk yani.

       Çukurova’nın kavurucu sıcağına aldırmadan Hemite Kalesi’ni, Anavarza Kalesi’ni ve Yılan Kalesi’ni

sâlimen inceleme fırsatını bulduk. İskenderun’a dönüş esnasında H… köyü levhasına gözümüz takıldı. Anlık refleksle burada bir asker arkadaşımın mevcudiyetini hatırladım. Asfalttan çıkan buharın ve hararetin yüzümüzü yaladığı kesafet ortamını bir kenara bırakarak; direksiyonu kırdık o tarafa ve de sorduk girişte, “Celal nerede?” diye.

       Tanımadılar ve “Celal adında iki kişi var ama bahsettiğiniz soy isimde birisi yok.” yanıtını verdiler. Tıkanıklığı yaşlı ve yatalak bir adam çözdü kamıştan ibaret kulübesinde. “Efendi doğru söylüyor, söz konusu Celal daha önceleri anasının kızlık soyadını taşıyordu; askerden geldiği sıralarda değiştirmişti.” dedi. Arkasından da; “Eğer yanılmıyorsam, falanca ağanın yanında çalışıyor galiba.” bilgisini aktardı.

       Sanki bizim Celal çok acil lazımmış, ya da çok önemliymiş gibi; şimdi de ağanın peşine düştük iyi mi? Yoğun tempoda aramalar neticesinde bulduk hâsılı.

       Sebeb-i ziyaretimizi anlatmaya koyulduğumuz ağa, bizi bir türlü anlamadı. Yönünü sağa sola çevirdi, sırtını döndü, kızdı köpürdü açıkça. Öfkesi ve algısı, Adana ağzıyla şu cümlelerde saklıydı:

       “Utanmıyor musun, bir ağa sıfatıyla hazır elemanımı elimden almaya! Onca işin gücün içerisinde beni mi tökezleticin?!. Ağalık geleneğine yakışır mı bu?!. Sığar mı delikanlılığa?!. Madem bunca ısrarlıysan, ağustosun ilk haftasına al götür! Zaten verimli bir eleman değil, sana söyleyim! Onu anca ben idare ederim, ben çalıştırırım! Başka kapıda barınacağını asla zannetmem!”

       Sabırla, metanetle, hayretle dinledim ağayı. Çözmeye kilitlendim daha doğrusu. Adam, beni de kendisinin denginde “ağa” sanıyor ve özellikle Celal’i maiyetinden kopartıp alacağıma inanıyordu. Ne kadar dil döktümse de… Her ne kadar asker arkadaşlığımızdan ötürü ziyaret edeceğimi belirttimse de… Çeyrek porsiyonluğumuzdan ve baldırı çıplaklığımızdan, “ağa”lığa neremizin benzediğini ironiyle haykırdımsa da…  Ağayı inancından caydıramadım.

       Nihai cümlesi şöyleydi gönülsüzce: “Tamam gardaşım tamam! Geldiğin istikametin 500 metre ilerisinde çift sürüyor traktörle. Ne hâlin varsa gör, git!”

       Celal’i, çift sürdüğü tarlanın dönek başında birasını yudumlarken yakaladım. Askerdeyken de ispirto ve kolonya içerdi naçar kaldığında. Bulsa neler içmezdi ki… Beyni iyice uyuşmuş ve gözlerinin feri sönmüş arkadaşım, beni tanımadı bile…

       Arkadaş dediysek, öylesine işte! Karavana arkadaşlığı sadece. Yalnız hakkını inkâra kalkışmayalım da, bedavadan “ağa”lığa yükseldik sayelerinde…

                                                                ***

       Elbistanlı Mehmet’e gelince: Tamamen sanal dünyadan internet arkadaşım. İmam Hatipli genç bir müteşebbis. İcarladığı geniş ölçümlü arazide sebze yetiştiriciliği yapıyor. Kıvırcık, marul, salatalık, biber kabak, domates vesaire.

      Sanal âlemde, herkesi her gün “Halil İbrahim Sofrası”na çağırıyor. İtinayla donatıp süslediği sofranın yeşilliği, göz zevkinizi tatmine yetiyor adeta.

       Anamur’a muz yemeye, ta Çıldır’a kaz yemeye, Merzifon’a koz yemeye giden bendenizin; Elbistanlı Mehmet’in davetine çekimserlik ne haddine…

       Bir baskıncı edasıyla hem de ummadığı bir anda, damladık Mehmet’in mevsimlik adresine. Tarladaki şato vâri nostaljik haymesinde çaylarımızı yudumladıktan kelli, daldık uçsuz bucaksız ekili alana. Gördük ki Elbistanlı Mehmet; gerçektende tuttuğu işin erbabı, uzmanı, kompetanı. Aklının ve bileğinin gücüyle organik ürün yetiştiricisi. Maiyetinde otuza yakın işçi çalıştırıyor. Hepside doğulu ve mütedeyyin beş-altı aile. Kasalanan kamyonların biri girip biri çıkıyor tarlaya.

       Velâkin Elbistanlı Mehmet’in çevreden bir şikâyeti, bir de ricası var bizlerden. Diyor ki; “Ağabey, işten aştan yana bir kaygımız yok da; yalnız hava kararınca mıntıkayı sarhoşlar ve ayyaşlar kuşatıyor. Naralaşmalardan, öğürüp böğürmelerden alabildiğine tedirginiz cümbür cemaat. Bunları yaz mümkünse.”

       Eyvallah Mehmet. Yazalım yazmasına da, bakmıyor musun adamlardaki; “Şarabıma dokunma! Rakıma el uzatma!” muhabbetine gönderme yaptım. “Haklısın ağabey.” diyerek onayladı.

       Elbistanlı Mehmet, Ceyhan nehrinin doğduğu yerden; Ceyhanlı Celal ise bilakis battığı yerden,  Yumurtalık civarlarından… Biri cıvıl cıvıl hayat dolu, diğeriyse hayatının son kertesinde ve çökmüş vaziyette.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
A.Süreyya Durna Arşivi