Abdulbaki GÜNIŞIĞI

Abdulbaki GÜNIŞIĞI

Kahraman Düşman Türkler

  Dünya üzerinde milletlerin var olduğu zamandan bu günümüze kadar, bu milletler arasında mücadelelerde olmuştur. İnsanlık tarihi insanların kendi aralarında yaptığı savaşlar ile doludur. Büyük kısmı katliamlar ve soykırımlar ile neticelenen, kuvvetlinin zayıfı yendiği her savaştan sonra kuvvetlinin kendi vicdanına kalan ağır uygulamaları da kaydetmiştir, tarih hafızalarımız. Galip gelenin yenilene uyguladığı büyük ve acımasız muameleler insanlığın yüz karası olmuştur. Bu zalim insan tavrı ile uyuşmayan ve düşmanının dahi takdirini kazanan bir millet tarih sahnesine çıkmış ve bu millet ile ilgili olarak düşmanları tarafından lehine olmak üzere bir çok menkıbe ve atasözü ile öğücü sözler söylenmiş, o düşman ile savaşmanın şeref olduğu tarihe not düşülmüştür. Tarihte düşmanları tarafından kahraman ilan edilen, öğülen ve hatıraları güzel olan tek millet Türklerdir. Rabbimin büyük bir nimetine mazhar olan aziz Türk milletinin kanında ve ruhunda ırkçılık hastalığı yer tutmamış ve bunun neticesinde kazandığı savaşların sonunda, kaybeden milletlere zulm edilmemiş, insan haysiyeti ayaklar altına alınmamıştır. Savaş meydanında çok çetin muharebeler yapan ve acımasızca savaşan Türk milleti, savaşın neticesinde eğer savaşı kazanmış ise, o savaş , o meydanda bitmiş, savaştan sonra mağlup olan millet veya milletler topluluğuna hiçbir ceza ve eziyet yapılmamış, hayat hakları ve insan onurları çiğnenmemiştir.

Yirminci yüzyılın sonunda düşmanlarımız tarafından yurdumuzun büyük bir kısmı elimizden alınmış olmasına, büyük maddi sıkıntılar yaşamamıza, içeriden ve dışarıdan büyük saldırılara hedef olmamıza rağmen, Rabbimizin büyük inayeti ile ayakta kalan güzel yurdumuz son yirmi yıl içinde, mağdur ve mazlum bir çok milletin sığınağı olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında kendi soydaşlarımıza dahi kapımızı kapatan ve asla ruh olarak bizden olmayan zihniyet yüzünden , bir çok acılar yaşanmış ve hafızalarımızda kötü izler bırakmıştır. Oysa aziz Türk milletinin en büyük misyonu mağdur ve mazlum milletlerin yardımına koşmak, zalimin elinden mazlumu almak ve yaralarını sarmak ve ilay-ı kelimetullah yolunda cihad etmekti. Rabbime şükürler olsun, nerede ise son yirmi yılımızda kendi milli değerlerimize dönmeye başladık ve tekrar mazlumun sığınacağı melce olmayı başardık. Şu anda beş milyonun üstünde değişik milletlere ve dinlere sahip insanlar ülkemize ve aziz Türk milletinin ağuşuna sığınmış ve hayatta kalma mücadelelerinde bizim merhametimize iltica etmiş durumdadır.  Nerede ise yüz yıllık uzun bir aradan sonra, tekrar aziz Türk milleti, neden var olduğunu hatırlamış ve büyük ceddimizin en zor günlerinde bile kendisinden yardım isteyen her kim ve her ne inançtan olur ise olsun yardımına koştuğu gibi , bütün mağdurlara gönlünü ve imkanlarını açmış bulunmaktadır.

Son yıllarda başta Irak olmak üzere ve en son olarak ta Suriye den gelen büyük miktarda sığınmacılara kucak açmış ve imkanlarımızın üstünde olmasına ve bütün dünyanın seyretmesine, üstelik bu yardımları yapmamamız için içeriden ve dışarıdan yapılan bütün saldırılara rağmen bu insanlara her türlü yardım yapılmış ve yapılmaya da devam etmektedir. Sadece yurt dışına yaptığımız devlet yardımının 2015 yılında beş milyar dolar olduğunu söylemem bu yardımın büyüklüğü hakkında bir fikir verecektir. Sivil kuruluşların yaptığı yardımlar bu rakamın dışındadır. Dünyada kendisine bu kadar düşmanlık yapılan hiçbir millet bu kadar yardımı yapmaz ve yapamaz. Daha düne kadar beşyüzmilyon dolar için IMF gilbi sömürgeci zihniyetin kurduğu banka görünüşlü örgütlere yalvaran bir Türkiye var idi. Bu örgütün temsilcileri, ülkemize gayet mağrur ve emredici pozlar ile gelir ve bu güya yardımı nerelere harcayabileceğimizi bize emr ederler idi. Faizi ile verdikleri parayı bile nereye harcayamayacağımızı bize söylerler idi. Dilenen emir alır demiş atalarımız. Bizi bu günlere getirenlere şükran borçluyuz. Son yirmi yılımızda ülkeyi yöneten siyasetçiler bu günlere gelmemizde katkısı olanlardır. İnşallah bundan sonra her şeyi ile kendine yeten ve etrafına ışık veren bir ülke olmak için çalışacak siyasiler iş başına gelirler. Bir çok yardım kuruluşunun başında gelen Tika ve Türksoyu kuranlara ve yaşatanlara minnet borçluyuz.

Fakat yukarıda saydığım olumlu gelişmeler yanında, aziz ve necip Türk milletine yakışmayan, sürekli olarak Türk milletini düşmanlarına şikayet eden jurnallayan bir nüfusta ülkemizde oluşmaya başlamıştır. Düşmana dahi ihtiyaç bırakmayacak kadar kendi devletine ve milletine düşman bu zihniyetin temsilcileri, yapılan her güzel işi kötüleyen, düştüğümüz her zorluğa sevinen ve milletimizin geleceğini karartmak isteyen bir çalışma içerisindedirler. Her fırsatta bize sığınan, Türkün merhametine sığınan bütün sığınmacılara düşman olan, maddi ve manevi olarak yaptığımız yardımları sürekli diline dolayan bu insanlar en küçük bir olumsuzluğu dahi bu mazlumlara bağlayarak bize hiç yakışmayan sözler ve tavırlar sergilemektedirler. Osmanlı ceddimizi içten ve dıştan yaptığı saldırılar ile yıkan devletler, şimdi bu içimizde ve dışımızda bize saldıran unsurlara destek vermekte ve sürekli kan kaybımıza sebeb olmaktadırlar. Bütün bu saldırıların sebebi ise aziz Türk milletinin genlerinde olan asil hislerin tekrar tarih sahnesine çıkmasına engel olmak içindir. Afrika ve Asya da, gözü yaşlı balkanlarda, mahzun ve mazlum kırım ve doğu Türkistan da ve diğer İslam coğrafyasında bize ümidini bağlamış bütün mazlumlara tekrar ümid verdiğimiz, onların yarasını sardığımız ve tekrar kaldığımız yerden devam etmek istediğimiz için bütün bu saldırılar yapılmaktadır.

Yazımın ana başlığına gelir isek. Tarihte savaştığı hiçbir düşmanına hiçbir milletin Kahraman dediğine şahit olamazsınız. Fakat Osmanlı Türkleri, dosta ve düşmana daima mert olup, onlara zulm etmedikleri ve daima sığınılacak bir melce olacaklarını hissettirdikleri, dün savaştıkları düşmanlarının imdat istemesi halinde her şartta ve zamanda ellerinden gelen yardımı yapacaklarını hissettirdiklerinden, düşman bütün bu alicenaplıklar karşısında ceddimize düşman, fakat kahraman bir düşman demek zorunda kalmıştır. Tarihte Müslüman , hristiyan ayırımı yapmadan, yardım talep edenlere uzanan dost elimizden birkaç tanesini yazmak istiyorum.

Bunlardan birisi son yüzyılda, Merhum Padişah abdulmecid zamanında İrlanda nın istediği yardım ile ilgilidir. Nerede ise bin yıldır İngiltere ile savaşan ve daima aşağılanan halklardan birisi olan İrlanda dan tamamen kurtulmak isteyen İngilizler,1845 yılında adanın etrafını sararak onlara gıda ambargosu uygulamışlar ve açlıktan büyük miktarda İrlandalı ölmeye başlamış, imdat isteklerine papalık dahi sırtını dönmüştür. O zamanın en büyük devletlerinden olan İslam devleti Osmanlıya 1847 yılında ulaşan elçilerin isteği derhal karşılanmış ve Sultan abdulmecid han onbeşbin sterlin yardım yapılmasını emr etmiştir. İngilterinin kendi tebaası olduğunu iddia ile yaptığı yardımı ikibin sterlin olduğundan bu paraya izin verilmemiş ve rakam bir sterline indirilmiştir. Yapılan bu yardımı içine sindiremeyen Abdulmecid han bin sterlinin yanı sıra üç büyük gemi dolusu her türlü ihtiyaç malzemesini  İngiliz kuşatmasına rağmen, İrlanda ya ulaştırmış ve İngilizlerin engeli üzerine Dublin’e indiremediği yardımları başka bir liman olan drogheda şehrinin limanına ulaştırıp, acından ölmek üzere olan insanlara kendi elleri ile dağıtmışlardır. Bu gün İrlanda’nın deniz kenarındaki drogheda şehrinde belediye ve şehir halkının bayrağı Ayyıldızlı bayrağımızdır. Yaptığımız bu büyük insanlığı, bayrağımızı bayrakları yaparak teşekkür etmişlerdir. Drogheda şehrinin sahilinde o günleri gösteren heykeller yapılmış ve rıhtıma da büyük bir Türk bayrağı çekilmiştir.

Osmanlı, büyük tarihçi Cevdet Paşanın tabiri ile o yüzyılda insanlığın tek ve son sığınacak emin adası idi. 16 yüzyılda Osmanlı ile defalarca din savaşı yapmış ve bu yüzden Avrupa tarafından kendisine Hristiyan şovalye ünvanı verilmiş Boğdan beyi Büyük Stefan , ölüm döşeğinde yanındakilere, belki bir gün himayeye muhtaç olacaksınız. Asla Rus’a yanaşmayın; haindir, sizi yok eder. Fakat kendinizi Türklere emanet edebilirsiniz onlar adil ve merhametlidirler diye vasiyet etmiştir.

Bir başka misal. E.Alexander Powell, Osmanlı Türkünün alicenaplığı ve merhameti ile ilgili şu tespiti yapmıştır. Haçlılar Filistin’de Müslüman esirleri keserken, İspanya da engizisyonun dehşeti had safhada iken, Kromwell’in askerleri İrlandalı Katolikleri katlederken, Fransa’da Protestanların kökü kazınırken, bütün Avrupa ülkelerinde Museviler zulüm ve vahşete tabi tutulurken, küçük asyada Müslüman, hristiyan ve Musevilerin yan yana tam bir dostluk içinde yaşadıklarını hatırlamak yerinde olur diye yazmıştır.

Aynı  yaklaşımı ünlü tarihçi oskar Köling de teyid etmektedir.” 16. Isır Türk idarecilerinin, zavallı halkın hukukunu korumak hususundaki gayretleri önündü eğilmek arzusu duyarız”. Alman yazar Hans Barth’ın görüşüde aynı şekildedir. İnançları yüzünden takibe maruz kalanların tarih boyunca hep Osmanlı devletinde melce bulabildiklerini görüyoruz. Türkiye’yi kendilerine vatan yapmış, Yahudilerin, Polonyalı, Macar, Alman ve İtalyan hürriyetperverlerin sayısı hesap edilemeyecek kadardır demiştir.

Osmanlının Protestanlara karşı gösterdiği müsamaha ve koruma yüzünden Martin Luther, Türklere karşı savaşmak, Tanrı’ya karşı gelmektir demek zorunda kalmıştır. Avrupanın zulmü altında yaşamaktansa fakirler için Osmanlı idaresi altında yaşamak daha iyidir diye beyanı vardır.

Gene kendi hristiyan kardeşlerinin zulmüne uğrayan, dinlerini istedikleri gibi yaşayamayan ukrain kazakları 1736 yılında Osmanlı devletine iltica etmişlerdir. 1965 yılına kadar Türkiye de yaşayan ve yaptığımız bütün savaşlara katılan bu insanlar, mezheplerinin evlilik üzerine uyguladığı kurallar neticesinde bir kısmı Ukrayna ya ve bir kısmı da Amerika’ya gözyaşları arasında gitmişlerdir.

Nerede ise yüzlerce yıl Avrupa namına bizimle savaşan öz kardeşlerimiz olan ve büyük Türk hanı Attilanın torunları olan Macar (Hun) kardeşlerimiz ise bizim hakkımızda Kahraman düşman tabirini kullanmışlardır. Osmanlı askerinin de onlar için kullandığı tabir mert ve yiğit düşmandır. Osmanlı askerleri karşılarında adam gibi savaşacak tek millet olarak bu Hun Türkü nü görmüşlerdir. İşte bu Macar kardeşlerimizin bizim hakkımızdaki tespitleri. Macarlar Osmanlı ile en fazla çarpışan milletlerden olmasına rağmen, adil, insancıl ve müsamahakar politikasından dolayı ona, ülkelerinde hüküm süren en uzun ömürlü yabancı devlet olarak (1521-1686) Kahraman Düşman sıfatını layık görmüşlerdir. Macar milleti açısından Osmanlı kendisini hasımlarının elinden çok defa kurtarıp himaye etmeyi başaran kötü gün dostudur

Osmanlı  Türkleri yüzlerce yıl Polonyalıları da Ruslara karşı korumuş ve gözetmişlerdir. Artık Osmanlının gücünün yetmediği zamanda ise Polonyalı hürriyetperverler Osmanlıya iltica etmişler ve nerede ise iki yüz yıldır polonez köyde her türlü dini hürriyet içinde yaşamaktadırlar.Bu hususlar ile ilgili bir çok atasözleri de vardır. Bir tanesi şudur. Türk atları vistul ırmağından su içtikleri sürece bize esaret yoktur.

1699 yılında Orta Macar kralı ( şimdiki kuman yurdu ki bu gün oranın merkezinde buğaç şehrinde Turan kurultayları tertip edilmektedir.) Thököli (tekeli) imre (eymür) , Avusturya’ya karşı Osmanlı Türkünün yardımına başvurmuş ve karlofça antlaşması hükümlerine göre izmit’te ikamet etmesine izin verilmiştir. Yine Ferenç Rakoczy II de, Avusturya’ya karşı Osmanlıya sığınarak, Pasarofça antlaşması gereğince maiyetiyle birlikte Tekirdağ’a yerleştirilmiştir. Bundan başka, Avusturya ve Rusya’ya karşı girişilen 1848-1849 Macar bağımsızlık savaşında başarılı olamayan milli kahraman Louis Kossuth (lui koşut) ; ben kaderin kaçınılmaz emrine uyuyor ve benden önce aynı kaderi yaşamış olan Rakoczy’yi takip ediyorum” diyerek, beraberindeki büyük komutanlar ile birlikte 1849 yılında Osmanlı Türküne sığınmıştır. Osmanlı, kendisine sığınan koşut liderliğindeki yaklaşık onaltı bin mülteciyi misafirperverlikle karşılamış,  Avusturya ve Rusya’nın bütün ısrarlarına rağmen tutuklanarak iade edilmeleri talepleri, onları cellada teslim etmekten farksız olacağından reddetmiştir. Avusturya ve Rusya’nın ilişkilerin bozulacağı, savaş açılacağı tehdidine aldırmadan, misafirleri için büyük bir fedakarlık göstererek savaşa hazır olduğunu bildirmiştir.

Burada bir parantez açarak, bir konuyu yazmam gerekiyor. İkinci Dünya savaşı sırasında İngilizler yanında Ruslara karşı savaşan onbin cıvarındaki Türk asıllı askerleri İngilizler Ruslara teslim etmek isteyince bu Türklerin üçte biri kendilerini uçurumdan aşağı atarak intihar etmişlerdir. Bu insanların öldürüleceğini bile bile Ruslara teslim edilmesi gerçekleştirilmiştir. İntihar edenlerden geriye kalanlar ise trene bindirilerek Türkiye üzerinden Rusya’ya gönderilmişler ve bu insanlar acaba bir ümid olur diye bu trene binmişlerdir. Bir hafta boyunca Türkiye yi bir baştan bir başa geçen bu insanlar, her an tren durur ve bizde Türkiye de kalırız diye ümitlenmiş, Müslüman Türk kardaşlarınn kendilerini Ruslara teslim etmeyeceğini zan etmişlerdir. Fakat İsmet İnönü ve CHP zihniyetindeki İslam ve Türk düşmanları bu kardeşlerimizi Iğdır da Ruslara teslim etmişler ve bu kardeşlerimiz Türk askerinin gözü önünde sınırda kurşuna dizilmişlerdir. Bu utanç, oturup kalkıp cumhuriyeti biz kurduk, biz Atatürk’ün partisiyiz diye öğünen, olur olmaz yere ne mutlu Türküm diyene yazan,Türklükten nasipsiz ve aslında Atatürk’ü hiç sevmeyen, ondan bir milim eser dahi bulunmayan, bu İslam ve Türk düşmanlarına yeterde artar bile. Milliyetçi ve ülkücü olduğunu iddia edip bu güruhun peşinden gidenlere de bir hatırlatma olsun. Atatürk’ün Türkistan Türklüğü için söylediklerini hatırlayın ve Hatay meselesindeki tutumunu bir düşünün ve kıyaslayın .

Devrin Osmanlı sultanı Abdulmecid Han, mültecilerin bizzat kendisinin misafiri olduğunu, onların saçının bir teline zarar gelmesindense, halkından 50 bin kişiyi kurban etmeyi yeğleyeceğini; “Tacımı ve tahtımı veririm ama devletime sığınanları asla geri vermem” sözü ile beyan etmiştir.Türk töresi düşmanı dahi eşeğinden içeri adım atsa ona misafir gibi davranmayı öğütler ve emr eder.Alevi Türkmen kardeşlerimizin eşiğe hürmetlerinin altında işte bu Salik vardır.

Kossuth’un katibi Karoly laszlonun’nun sözleri bu noktada muhteşemdir. Pek çok hristiyan halk, bizim vatanımızdan ayrı düşmemize ilgisizlik ile bakarken ve hatta bazıları bizi öldürmek için peşimize düşerken, Türk milleti bize sığınak oldu. Sadece açlıktan ölenlere yiyecek ve çıplak olanlara da giyecek vererek değil; sadece bizim sınırdışı edilmemizi isteyen (şimdi bu utanmaz işi chp üstlenmiş ve hangi fikrin sahibi olmadan Türk milliyetçisiyim diyen bazı ahmaklar da onları takip ederek aynı utanç’a ortak olmuşlardır) güçlere karşı masraflı bir savaşa girmeye hazır olarak değil, fakat aynı zamanda düşünceli olup, bizim vatansız olduğumuzu bize unutturmaya çalışarak.” 

Kossuth ve beraberindeki mülteciler, önce Vidin ve Şumnu da geçici, sonra da Kütahya da daimi misafir edilmişler, her türlü ihtiyaçları, güvenlikleri, masrafları ve hatta borçları dahi Osmanlı Devleti tarafından karşılanmıştır. Ocak 1850’de Kütahya’ya yerleştirilen Kossuth’un yanına bir müddet sonra Haziran 1850’de çocukları da salimen getirilmiştir. Kossuth, çocuklarına kavuşmanın mutluluğunu, Padişah Abdülmecid’e sarf ettiği şu şükran sözleri ele dile getirmiştir. “Sultan Abdulmecid efendimizin ve Sadtrazam Reşid Paşa hazretlerinin bir kılına Macaristan ve Avrupa ahalisi kurban olsun.”

Osmanlı, yaklaşık üç sene boyunca verdiği başarılı diplomatik mücadele neticesinde Kossuth ve beraberindeki Macar mültecilerin İngiltere veya Amerika’ya gidebilmelerine imkan tanımıştır. Kütahya’da yaklaşık bir buçuk yıl şerefli bir biçimde misafir edildikten sonra serbest kalan Kossuth ve ailesi ile ingiltere’ye gitmeyi tercih etmiştir. Kossuth, daha sonra ekim 1851’de ingiltere’de yaptığı bir konuşmada, hayatını güvence altına alarak kendini düşmana teslim etmeyen Osmanlı ve Sultan Abdülmecid’e şükran duygularını şöyle ifade etmiştir.

 “ Bu günkü hayatım ve hürriyetime, sahipliğim, Avusturya ve Rusya’nın tehdit ve baskılarına rağmen beni ve arkadaşlarımı muhafaza eden Türkler sayesindedir. O Türkler ki, yüksek hislerle ve insan haklarına saygılı oluşlarıyla tüm tehditlere boyun eğmediler. Türk milleti bu yönü ile üstün bir güce sahiptir. Türkiye’nin bu gün ve istikbalde mevcut olması, Avrupa’nın ve insanlık aleminin yararınadır. Ben, Türklerden gördüğüm lütuf ve saygının hatıraları ile yaşayacağım.”

 Osmanlının, imdadına koşup Batılıların yaktığı zulüm ateşinden bir itfaiyeci gibi kurtardığı milletlerin bir diğeri de Yahudilerdir. “Orta çağlarda Hristiyan İspanya ve italya’nın Musevi göçmenlerine Türk cennetini açan, kafir denilen Osmanlı değilde kimdir?” diyen Ernest Jackh, din ve ırk farkı gözetmeksizin zorda kalmış bütün mağdur milletlere kol-kanat gerip büyük bir insanlık sergilediğini tasdikleyerek Osmanlının hakkını teslim etmiştir.

1394’te Fransa’dan kovulduktan sonra Osmanlı’ya iltica eden Haham İzak Safari’nin dindaşlarını, huzur ve hoşgörünün hükümran olduğu “Osmanlı iklimine” davet eden muhteşem mektubunda geçen şu ifadeler jackh’yi düşüncelerinde haklı çıkarmaktadır. Türkiye, eğer isterseniz, huzur bulabileceğiniz bereketli bir ülke. Hristiyanlarınsa Müslümanların egemenliğinde yaşamak daha iyi değil mi? Burada her insan kendi dikili ağacının gölgesinde, huzur içinde kendi hayatını yaşayabilir. Burada istediğiniz süsleri, takabilirsiniz. Oysa Hristiyanlık, boyunduruğundayken hakarete ve tartaklamalara maruz kalacaklar korkusu ile çocuklarımıza gönül verdiğiniz kırmızıları ve mavileri giydiremiyor, sefiller gibi koyu renkli giysilere mecbur kalıyorsunuz… Kalk bu rezil ülkeyi (Fransa’yı) terk et.”

  16. asırda yaşamış Portekizli Yahudri Samuel Usgue de Avrupada Yahudilere yönelik Hristiyan zulmü karşısında Osmalı’nın onlara açılan kapılarını; fravun tehlikesine karşı Kızıldenizin bir mucize eseri olarak Yahudilere açılışına bezer bir kapı”olarak değerlendirmiştir.

  Türkiyeli Yahudi iş adamlarından Avram Galanti ise şu müthiş tespitleri yapmıştır. “Avrupa’da Hristiyan’ın  Yahudi’ye karşı yaptığı muamele, tıpkı bir kartalın avına karşı yaptığı muameleye benzerken; Türkiye’de yaşayan Yahudi cemaatleri, bağlarının ve asma çadırlarının gölgesi altında, Sultanların mübarek topraklarında şen, güneşte, bolluk içinde, rahatlıkla yaşayarak inkişaf ederler.

Bu güzel sözleri sarf eden Yahudiler maalesef Kuran-ı Kerim’de ifade edildiği gibi, bütün bu iyiliklerimizi unutup hristiyanları bize karşı kışkırtmış ve onların tarafını tutmuşlardır. Bu gün her yerde İsrail aziz ve necip Türk milletinin aleyhine çalışmaktadır. Fakat Rabbim’in inayeti ile bu nankör milletin geleceğinin asan olmadığı görüyoruz.

Bir dönem ortodokslara zulmeden Katolik Polonyalılara karşı Antakya patriği Makariosu’un söylediği şu mükemmel sözlerle ve sonundaki temenni ile yazımızı bitirelim. “ O imansızlar tarafından öldürülen binlerce insana, kadın, kız ve erkeklere ağladık. Ortodoks adını dünyadan kaldırmak istiyorlar….. Allah Türklerin devletini ebedi eylesin”

           Yukarıda yazdığım bir çok tespiti değerli araştırmacı İsmail Çolak beyefendinin makalelerinden alarak yazdım. Araştırdıkça bunun gibi bizlerin alicenaplığını gösteren tarihi hatıraları bulmak mümkündür. Şimdi Avrupa da bizim yanımızda olan bir çok araştırmacı ve  tarihçi ile gerçek ilim adamlarının dayandığı işte bu gerçeklerdir. Bu ilim adamları bizi ve atalarımızı iyi tahlil etmiş ve Türk’(ün müsahamasını, korumasını ve alicenaplığını tespit etmişler ve her şartta aleyhimize çalışanlara, bizi yanlış göstermeye uğraşanlara karşı yazılar yazmışlardır.

         Fakat dünya şunu bilmelidir ki ne ceddimiz ve ne şimdi bizler bize sığınan veya sığınmayıp yurdunda mazlum ve mağdur olanlara, şunlar , bunlar bizi meth etsinler diye değil, dinimizin ve kanımızın gereğini yerine getirdiğimizi, Hz. Allahın aziz Türk milletine vermiş olduğu vazifeye talip olduğumuzun bir neticesi olarak yardım ettiğimizi bilsinler. İlanihaye kadar da Türk milleti mazlumun yanında olmaya, zalimin karşısında olmaya devam edecektir. Her kim Türkçe konuşur ve bu vazife aleyhine işler yapar ise o asla bizden değildir. Asla Türk değildir. Müslüman olması ise zaten eşyanın tabiatına aykırıdır. Neyler ise Rabbim güzel eyler vesselam. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Abdulbaki GÜNIŞIĞI Arşivi